KOMİNTERN VE DÜNYA DEVRİMİ

Konuya üç notla giriş yapmak istiyorum.

İlki, “Dünya devrimi” kavramıyla ilgili. Burada, sıradan siyasal devrimlerden değil, siyasal iktidarın yeni bir toplumsal düzen kurma kapasitesine sahip bir sınıfa geçtiği toplumsal devrimlerden, tarihsel önemdeki büyük dönüşümlerden söz ediyoruz. Örneğin, 1789 Fransız Devrimi ve 1917 Ekim Devrimi, kendilerinden sonraki tarihin seyrini değiştirdikleri, için “dünya tarihsel” devrimlerdi.  Belli bir coğrafyada gerçekleşen bir devrimin kendi siyasal-askeri gücü ve enerjisiyle mekansal yayılması da “dünya devrimi” kavramı içinde sayılıyor ki, kanımca bu da yanlış değil. Fransız Devrimi’nin ideolojik-siyasal etkisiyle birlikte, Napolyon savaşlarıyla Avrupa’ya yayılması,  Ekim Devrimi sonrasında kızıl ordunun Polonya’daki ilerleyişi bu çerçevededir.

Komünistler açısından dünya devrimi, dünyanın her yerinde ya da bir dizi ülkesinde aynı anda devrim olacağı beklenti ve öngörüsü üzerine inşa edilen bir kavram değildir. Komünistler için dünya devrimi, proletarya enternasyonalizmi ile birlikte kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin “olmazsa olmaz” temel siyasal ilkesidir. Bir ülkede başlayan bir devrimin “tamamlanması”, komünist topluma doğru yol alması, yeni ülkelerdeki devrimlerle büyümesine bağlıdır. Tek ülkede komünist topluma varılamaz. Komünistlerin görevi, dünya devrimi perspektif ve stratejisini ulusal-yerel çıkarlar karşısında öncelikli siyasal ilke olarak öne çıkarmaktadır.

İkinci notum, konuyu serimleme yöntemimle ilgili. Komintern-dünya devrimi ilişkisini, teoriyle pratiğin karşılıklı ışıkları altında değerlendirmeye çalışacağım. Verili tarihsel koşulları dikkate almayan, kitabi-doktriner yaklaşımlardan uzak durmak gerektiğini düşünüyorum.

Üçüncü not: Komintern 24 yıl yaşadı. Bu 24 yıl, çeşitli tarihçiler tarafından değişik biçimlerde dönemleştiriliyor. Ben daha çok, Avrupa’da devrimci dalganın yüksekliği ve geri çekildiği 1919-24 arasıyla ilgileneceğim.

Ekim Devrimi-Dünya Devrimi ilişkisini anlamak için Brest Litovsk barışından başlamak gerekiyor.

 

Brest Litovsk

Lenin 20 Ocak 1918’de Almanlarla barış konusunu şöyle değerlendiriyordu:

Avrupa’da sosyalist devrim gelmelidir ve geleceğinden kuşkumuz yok. Sosyalizmin nihai zaferine ilişkin tüm umudumuz bu kesinlik ve bilimsel öngörü üzerinden yükseliyor. Genel olarak propaganda etkinliklerimiz, özel olarak kardeş örgütlülüklerimiz yoğunlaştırılmalı ve genişletilmelidir. Buna rağmen sosyalist Rusya hükümetinin taktiklerini önümüzdeki 6 ay içinde Avrupa’da ve özellikle Almanya’da sosyalist devrimin gerçekleşeceği düşüncesi üzerine kurmak yanlıştır. Bunu belirlemek olanaksız olduğu gibi, bu yöndeki tüm çabalar kör bir kumardan başka bir şey olmayacaktır (Koyular benim-HY). (Lenin, 1964:  443-444)

Sovyet hükümetinin gecikmeden, barış imzalamakla devrimci savaş seçenekleri arasında bir orta yol olmadığını da ekliyor.

Lenin, 1918 Ocak ayındaki merkez komite toplantısında, Alman devriminin iç dinamikleriyle Sovyet iktidarının barış imzalaması arasındaki ilişkiyi Zinoviev’e yanıt verirken şöyle formüle ediyor:

Barış imzalamanın batıdaki hareketi bir süre için zayıflatacağını söylemek yanlıştır. Barış müzakerelerini kestiğimizde Alman devriminin hızla gelişeceğine inanıyorsak, kendimizi feda etmemiz gerekir; çünkü Alman devriminin gücü bizimkinden çok daha büyük olacaktır (…) Devrimci savaşı savunanlar Alman emperyalizmiyle savaşa girmemizin Alman devrimini canlandıracağını öne sürüyorlar. Ama Almanya devrime zaten gebe ve biz hali hazırda savaşa girersek öldürebileceğimiz sağlıklı bir çocuk, bir sosyalist cumhuriyet doğurmuş durumdayız. (Koyular benim-HY). (The Bolsheviks and the October Revolution, 1974: 174).

Lenin, açıkça Rus devriminin Almanya Devriminin başarısı karşısında feda edilebileceğini, Almanya’daki devrimin kendi dinamikleriyle gelişmekte olduğunu belirtirken, bir yandan da bu devrimin gerçekleşememesi olasılığı karşısında doğan çocuğu yaşatmak gerektiğinin altını çizmiş oluyor. Hem ilkesel hem dahiyane bir öngörü olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Lenin’in Almanya ile hemen barış önerisi Bolşevikler arasında büyük tepki yaratıyor.

18 Şubat’ta Merkez Komite’nin sabah toplantısında Lenin’in önerisi 7’ye karşı 6 oyla reddediliyor. Troçki de reddedenler arasında. İkinci oturuma kadar cephede durum değişiyor. Almanlar Minsk’i alıyor ve Ukrayna’ya doğru ilerliyorlar. Oylamada 7 ye karşı 5 ve 1 çekimserle hemen barış imzalanmasına karar veriliyor. Troçki bu kez Lenin’in önerisini destekliyor. 

Görüldüğü gibi, Brest-Litovsk barışı,  “devrimci savaş” ile “emperyalistlerle barış” seçenekleri üzerindeki teorik bir tartışmayla değil, somut siyasal ve askeri güç ilişkileri bağlamında pratik bir sorun olarak sonuca bağlanıyor.

 

Kominternin kuruluşu: Dünya devrimi, dünya partisi

Üçüncü Enternasyonal, kısa adıyla Komintern, Mart 1919’da dünya devriminin gelmekte olduğu düşüncesiyle, bu devrimi yönetmek, bu devrime hazırlanmak amacıyla çok hızlı biçimde kuruluyor.

Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş kongresinde amacı şöyle formüle ediliyor:

Bizler, kendimizi, programı 72 yıl önce ilan edilmiş davanın izleyicileri ve uygulayıcıları olarak görüyor ve kabul ediyoruz. Görevimiz…dünya proletaryasının gerçekten devrimci bütün partilerinin gücünü bir araya toplamak ve böylece komünist devrimin zaferini kolaylaştırmak ve hızlandırmaktır… Uluslararası Komünist Partisinin görevi, bu düzeni yıkmak ve yerine sosyalist düzenin yapısını kurmaktır. (Koyular benim), (Weber, 1979: 4-15).

 

Ekim Devrimi-Avrupa Devrimi

Yirminci yüz yılın başında Bolşeviklerle Menşevikler gelmekte olan devrimin burjuva demokratik karakteri ve ancak Avrupa devrimiyle tamamlanırsa sosyalist devrime büyüyebileceği konusunda görüş birliği içindeydiler. Menşevikler bunun için önce Avrupa’da bir sosyalist devrimin başarıya ulaşması gerektiğini öne sürerken, Bolşevikler, Rusya’da başlayacak bir proleter devrimin Avrupa devriminin tutuşturucusu olabileceğini savunuyorlardı.

Ekim Devrimi sırasında ve sonrasında Avrupa’da devrimci bir dalganın yükseldiği açıktır.

1918-24 arasında Berlin, Viyana ve Budapeşte’de Sovyetler kuruldu. İtalya’da yaygın ve militan fabrika işgalleri gerçekleşti. İspanya’da kanlı sınıf çatışmaları yaşandı.  İngiltere’de tarihinin en büyük grevleri patlak verdi.

Bunlardan ikisine, faşizmin geldiği iki ülkeye, Almanya ve İtalya’ya daha yakından  bakalım.

 

1918 Kasım Almanya Devrimi

1918 Ocak’ında Lenin, “Almanya’da devrim olmazsa mahvoluruz” diyordu ve Almanya’da devrim geliyordu…

Daha 1917 Nisan’ında Berlin’de silah sanayinde çalışan 200 binden fazla işçinin ekmek karnesindeki kısıtlamalara karşı greve çıkması, Ekim Devrimi’nin birinci yıldönümüne rastlayan 8 Kasım 1918’de yükselen kitle hareketleri,  Berlin’de 500 bin kişinin katıldığı grev, Kiel’deki donanma askerleri isyanı, isyan ve grev dalgasının Hamburg, Hannover, Köln, Magdeburg, Münih, Stuttgart ve Almanya’nın öteki önemli işçi havzalarına yayılması, imparatorun çok güvendiği Dördüncü Piyade Alayı’nın isyana katılarak Berlin’e girmesi, hükümetin düşmesi, Berlin İşçi ve Asker Konseyi’nin 3 bin delegesinin üç SPD’li (Alman Sosyal Demokrat Partisi) üç USPD’li (Alman Bağımsız Sosyal Demokrat Partisi)  geçici halk komiserini hükümet kurmakla görevlendirmeleri, bütün Almanya’yı işçi ve asker konseylerinin sarması, ikili iktidar durumunun oluşması… 1918 Kasım Devrimi kısaca buydu.

30 Aralık’ta Spartakistler Alman Komünist Partisi’ni kurdular.

Ocak’ta karşı-devrim saldırıya geçti. USPD’li Berlin Polis Müdürü görevden alındı. SPD’nin güvenlik güçlerinin başına getirdiği Noske işsizlerden ve lumpenlerden oluşturduğu kuvvetlerle bütün devrimci hedeflere saldırdı. 15 Ocak’ta AKP liderleri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht hunharca öldürüldüler.

14 Nisan’da Münih’te konsey hükümeti kuruldu ve 30 Nisan’da Noske kuvvetleri tarafından yıkıldı.

Alman Devrimi aralıklarla 1923’e kadar sürdü; ama yenildiği tarih esas olarak 1919 başıdır.

 

İtalya’da Devrimci Durum

1911 sayımına göre, İtalyan çalışabilir nüfusunun yüzde 6.2 si tarım proletaryası olmak üzere toplam 10 milyonunu, yani yüzde 60’ını proleterler oluşturuyordu. İtalyan Sosyalist Partisi sola yöneldikten sonra kitlesel bir destek kazanmış, 1919 Mart’ında Komintern’e üye olmuştu. 1919 Kasım’ındaki seçimlerde tüm oyların üçte birini alarak 508 milletvekilliğinin 156’sını kazandı. Bu seçimde Mussolini ve faşistler bir sandalye bile alamadılar. Parti üye sayısı 200 bin ve partiyle bağlaşık Emek Konfederasyonunun üye sayısı 2 milyondu.

1920 Eylül’ünde 3,5 milyon işçi fabrikaları işgal ederek kendi komitelerini ve silahlı muhafızlarını oluşturdular. Hükümet ve işverenler güçsüzdü. Özel faşist kuvvetler zayıftı. Kritik karar 11 Eylül’de Sosyalist Parti ve Emek Konfederasyonu tarafından alındı. 409 bine karşı 591 bin oyla kontrol Konfederasyona ve onun reformist önderlerine geçti. Başbakan Gioletti ile görüşmeler başladı. 19 Eylül’de, bir anlaşmaya varıldı; Buna göre fabrikalar boşaltılacak, işçilere yüzde 20 ücret zammı ve işçi kontrolü hakkı verilecekti. Anlaşmanın özü, fabrikaların boşaltılmasıydı.  İşverenlerin, hükümetin, polisin, silahlı kuvvetlerin yapamayacağını reformist liderler yapmıştı.

Liberal, anti-faşist tarihçi Salvemini bu durumla ilgili olarak şunları yazdı: “Genel Emek Konfederasyonu ve Sosyalist parti önderleri sonuç belirleyici vuruşu yapsalardı fırsat vardı…Bankacılar, büyük sanayiciler ve büyük toprak sahipleri toplumsal devrimi boğazlanmaya götürülmeyi bekleyen koyunlar gibi bekliyorlardı.”(Aktaran: Palme Dutt, 1935: 98).

Avusturya sosyal demokrasisinin ünlü önderi Otto Bauer, İtalya’daki devrimci durumu şöyle anlatıyordu:

Halkın ordusunun barakalarında derin bir heyecan vardı. Halkın ordusu devrimin taşıyıcısının proletaryanın öncüsü olduğunu hissediyordu…Ellerinde silahlarla askerler proletaryanın zaferini umut ediyorlardı… Sokaklardan ’Proletarya diktatörlüğü!’,  ‘Tüm iktidar Sovyetlere!’ sesleri geliyordu.

Devamı şöyle:

Hiçbir burjuva hükümet böyle bir görevin üstesinden gelemezdi…Bir hafta içinde kendi askerleri tarafından yapılacak bir sokak ayaklanmasıyla düşürüleceklerdi…Bu görülmemiş güçlükteki problemi ancak sosyal demokrasi güvenli biçimde yönlendirebilirdi, çünkü işçilerin güvenine sahipti… Fırtınalı gösterileri müzakere ve ikna yoluyla, barışçıl biçimde yalnız sosyal demokratlar durdurabilirdi.  Halkın ordusuna yalnız sosyal demokratlar yol gösterebilir, işçi kitlelerinin devrimci maceralarına yalnız sosyal demokratlar engel olabilirlerdi. (Dutt, Age, s. 137)

İtalyan devrimi de sosyal demokrat önderlik eliyle önlenmişti.

 

Komintern süreçleri ve dünya devrimi

1920 Temmuz’unda toplanan İkinci Kongre ile 1921 Haziran’ındaki Üçüncü Kongre arasındaki bir yıla yakın zamanda, Komintern-Dünya devrimi ilişkisi açısından son derece önemli gelişmeler yaşandı.

1920 Temmuz ayında  İkinci Kongre toplanırken Kızıl Ordu Polonya ordusunu, beyaz orduları yenilgiye uğratmış, karşı taarruza geçmişti.

İkinci Kongre, Komintern’e üye partilerin uyması gereken 21 koşul belirledi. Çok açık bir devrim çağrısı yaptı: “Dünya proletaryası sonuç belirleyici bir mücadelenin eşiğindedir. İçinde yaşadığımız çağ, burjuvaziye karşı doğrudan eylem çağıdır. Sonucu belirleyici saat gelmiştir.” (Lenin Döneminde  Komünist Enternasyonal-Belgeler, Maya Kitapları, İstanbul 1997, c. I, s.112-180)

Komintern’in Temmuz 1920’de toplanan II. Kongresi’ni izleyen aylardaki gelişmelere kısaca bakalım. 

Temmuz’da Kızıl Ordu Polonya’da ilerliyor, Sovyet iktidarına kesin gözüyle bakılıyor ve Polonya’nın kazanılması dünya devriminin kilidini açacak çok önemli bir adım olarak değerlendiriliyordu. Ancak bir ay kadar sonra olayların gidişi yön değiştirdi. 16 Ağustos’ta Kızıl Ordu Polonya’dan hızla geri çekilmek zorunda kaldı. 12 Ekim 1920’deki ateşkes anlaşmasıyla birlikte yalnız Polonya taarruzu değil, Avrupa ve dünya devrimi yönündeki stratejik taarruz sona erdi.

Polonya yenilgisi dünya devriminin geri çekilişini haber veren dramatik bir dönüm noktası oldu.

Bu tarihten sonra Ekim Devrimi, hem dışta hem içte geri çekilmeye başladı.

16 Mart 1921’de imzalanan İngiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması; Haziran 1921’de toplanan Komintern’in üçüncü kongresinde II.  Enternasyonal sendikal hareketiyle birliği gündeme getiren “Birleşik İşçi Cephesi” taktiği ve 1920 Eylül’ünde Baku’da toplanan Doğu Halkları Kurultayı ile başlayan Doğuya açılma stratejisinin terk edilmesi uluslararası alandaki geri çekilmenin üç önemli göstergesiydi.

İçerde ise Yeni Ekonomi Politikası (NEP)’e geçildi. 

Dünya devriminin yakın bir beklenti olduğu 1920 Temmuz’unda toplanan İkinci Kongrenin benimsediği tezlerle, Üçüncü Kongre’nin “yeni” yaklaşımları arasında ancak stratejik bir yöneliş farklılığı ile açıklanabilecek zıtlıklar oluştu.

Dünya devrimi inancının yüksek olduğu bir zamanda toplanan “Birinci Doğu Halkları Kurultayı”nın temel belgisi, “İngiliz, emperyalizmine karşı Sovyet-Müslüman bağlaşıklığı” idi. 16 Mart 1921’de imzalanan İngiliz-Sovyet anlaşmasının yürürlük koşullarından biri ise aynen şöyleydi:

Her iki taraf, öteki tarafa karşı düşmanca eylem ve davranışlardan ve kendi sınırları dışında, İngiliz İmparatorluğu ve Rus Sovyet Cumhuriyeti kurumlarına karşı doğrudan ya da dolaylı resmi propaganda yapmaktan kaçınır ve Rus Sovyet Hükümeti daha özel olarak, başta Hindistan ve bağımsız Afganistan devleti olmak üzere Asya-halklarının herhangi birini, askeri, diplomatik ya da başka bir eylem ya da propaganda biçimiyle İngiliz çıkarları ya da İngiliz İmparatorluğu’na karşı düşmanca eylemlere teşvik etmekten uzak durur.  (E. H. Carr, The Bolshevik Revolution 1917-23, C 3, Penguin Books, Londra, 1983, s. 288.)

Bu anlaşmayı yapmak ve uygulamak zorunda olan bir Sovyet hükümetinin, varlık nedeni “İngiliz emperyalizmine karşı Doğu halklarının mücadelesini örgütlemek” olan ve başında “birinci” ibaresi bulunan kurultayın ikincisini toplaması artık olanaklı değildi. Lenin’in partisi ve Komintern 1921 başından itibaren çubuğu dünya devrimi taktiğinden Sovyet iktidarını koruma taktiğine doğru büktüler.

Böylece, Sovyet sosyalizmini yaşatmak ve korumak, yalnız Sovyet komünistlerinin değil, Komintern’e bağlı bütün partilerin temel politikası durumuna geldi. Ne var ki, tarihsel olarak haklı nedenleri olan bu siyaset, devrimini yapmamış ülkelerdeki komünist partilerini kendi ülkelerindeki iktidar mücadelesi açısından büyük sıkıntı ve açmazlara soktu. Bir komünist partisinin varlık nedeni “kendi” burjuvazisine karşı, devrim ve sosyalizm için savaşmaktır. Bu temel görev ile, “kendi” burjuvazisinin uluslararası politikasını Sovyetler’e dostluk yönünden etkileme siyaseti arasında çelişki olduğu açıktır. TKP bu çelişkiyi en çok yaşayan, sonuçlarına en çok katlanan partilerden biri, belki de birincisi oldu.

Kanımca bundan sonrası uzatmaların oynanmasıydı ve Komintern’in bundan sonraki dönemine gelemeyen devrimlerin bir tür günahı-faturası olarak yükselen faşizm tehlikesine karşı mücadele damgasını vurdu.

Üçüncü kongrede dünya devrimi söylem olarak korunmakla birlikte, Komintern ve bağlı partilerin siyaset stratejisi olmaktan çıktı. Kongre, Avrupa’da devrimin geri çekildiğini saptadı ve “kitlelere” belgisini benimsedi. Kongreden hemen sonra Komintern Birleşik İşçi Cephesi siyasetini kabul etti.

Troçki şöyle yazmıştı:

Şimdi Komünist Enternasyonal’in üçüncü kongresi sırasında durum birinci ve ikinci kongrelerin yapıldığı zamanınkinden farklı. Şimdi, ilk kez hedefe, iktidarı almaya, dünya devrimine çok yakın olmadığımızı görüyoruz ve hissediyoruz. 1919’da bu devrimin aylar sorunu olduğun söylüyorduk, şimdi belki yıllar sorunu olduğunu söylüyoruz. (Carr, agy. 3, 383)

1922’deki Dördüncü Kongre  Lenin’in katıldığı son kongreydi. Devrim dalgası inişe geçmişti.

İzleyen kongrelerin ana teması faşizm tehlikesi ve faşizme karşı mücadeleydi. Bu kongrelerde sağa ve sola savrulmalar oldu. Örneğin  Altıncı Kongre (1928) dünya savaşı tehlikesini öne çıkardı, “sınıfa karşı sınıf” taktiğini benimsedi, sağ sapmanın komünist hareketteki en büyük tehlike olduğunu saptadı. 1935’deki Yedinci Kongre’ye ise  Dimitrov’un faşizm çözümlemesi ve cephe tezleri rengini verdi.

Komintern’in faşizmle, faşizme karşı mücadeleyle ilgili teorik ve siyasal görüşlerinden iç tutarlılığı olan bütünsel bir anlayış ve çizgi çıkarmak olanaksızdır. Dünya devriminin geri çekilmesi ve bunun resmen saptanmasıyla birlikte Komintern’in kendine biçtiği varoluş misyonu fiilen ortadan kalktı. 1943’e kadar resmen varlığını sürdürmesi, kuruluş amacındaki dünya devrimi hedefinin değil, tek ülkede sosyalizmi yaşatma ve bu amaca uygun bir stratejiyi üye partilere benimsetme gereksinmesinin sonucudur. 

15 Mayıs 1943’te, ayrı bir kongre toplamaya gerek duyulmadan Komintern Yürütme Kurulu toplantısında Komintern’i ortadan kaldırma kararı alındı. Bu kapatma kararında, Komintern’in kuruluş amacı da yeniden yorumlanarak, “dünya devrimi” kuruluş amaçları arasından çıkarıldı.

Kapatma kararının ilgili bölümünde şunlar var:

1919 yılında, eski savaş öncesi işçi partilerinin çok büyük bölümünün siyasal olarak çöküşü üzerine kurulan Komünist Enternasyonal’in tarihsel rolü, Marksist öğretiyi, işçi hareketindeki oportünist elemanların tahrifat ve vulgarizasyonuna karşı savunmak, birçok ülkede öncü ileri işçilerin gerçek işçi partisini konsolide etmelerine yardımcı olmak, işçi kütlelerini, kendi ekonomik ve politik çıkarlarını savunma, faşizme ve hazırladığı savaşa karşı mücadele ve faşizme karşı temel kale olan Sovyetler Birliği’ni savunma için seferber etmeye katkıda bulunmaktır. (Aktaran, Yalçın Küçük, “Komintern Üzerine Tezler Sovyetler Birliği’nde Sosyalizmin Çözülüşü,  Tekin Yayınevi, İstanbul 1991, s. 380)

 

Sonuç yerine

Sovyet Komünistleri, Ekim Devrimi’nden sonra kendi seçimleri olarak değil, tarihsel bir gerçeklik olarak, komünizme hazır olmayan, kapitalist gelişmişlik açısından görece geri ve kapitalist-emperyalist kuşatma altında bir ülkede yeni bir toplum kurmaya giriştiler. Bu bir cümlede özetlemeye çalıştığımız durumun güdülen amaç açısından son derece zor bir nesnelliği anlattığı açıktır.  Dolayısıyla, somut tarihsel koşulları dikkate almadan yapılan değerlendirmeler doğru değildir. 70 yıllık tarihin birçok uğrağında başka türlü davranmanın olanaklı olmadığı dönemler yaşanmıştır.

Dünya komünist partilerinin Ekim Devrimi’ni ve SSCB’ni yaşatmayı bir görev ve sorumluluk haline getirmelerini Sovyetler Birliği’nin nesnel varlığı ve etkisi üzerinden anlamak ve açıklamak mümkündür.

SBKP’in dünya devrimi ilkesinden uzaklaşması ise yalnızca nesnel nedenlerle açıklanamaz.

Komintern’in kapatılmasından, özellikle de İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, SBKP dünya devrimi ilkesinden kopmuştur. Bu tarihten sonra dünyanın birçok yerinde gerçekleşen devrimlerden hiçbiri SBKP çizgisinde partilerin eseri değildir.

Kanımca sorunun özü tek ülkede sosyalizmi yaşatmanın pratik gereklerini dünya sosyalizminin teorik ve siyasal  ilkeleri haline getirmektir. Eleştirilmesi gereken, SBKP’nin izlediği ideolojik-siyasal çizgidir. 

Bu ideolojik siyasal çizginin siyasal pratik sonuçları acımasız olmuştur.

Komintern’in faşizm tehlikesine karşı izlediği siyaset faşizmin gelişini önleyememiş, ama Komintern partilerinin devrim ve sosyalizm programlarından uzaklaşmalarını getirmiştir.

SBKP’nin, “iki dünya pazarı” teorisi, “demir çelik üretiminde” ABD geçildiğinde Sovyetler Birliği’nde komünist topluma ulaşılacağı programatik hedefi, “barış içinde yan yana yaşama” taktiğinin kalıcı bir siyasal strateji olarak benimsenmesi vb. yönelimler kapitalist dünyanın antisovyetizmle sarmalanmış antikomünist saldırganlığını gemlememiş, ama Sovyetler Birliği’nin dünya devriminden, dahası dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki devrimci süreçlerden kopmasının teorik arka planını oluşturmuştur.

Oysa kapitalist dünya, emperyalist-kapitalist devletler, en azından 1917’de, 1929-33 de, 1945 sonrasında dünya devrimi tehlikesini önlemeyi siyasal stratejilerinin öncelikli maddesi olarak hep korumuşlardır.

Örneğin, Amerikan devleti, 1929 buhranı yıllarında kendisini, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’yı komünizm tehlikesinden kurtarmak için, sermaye sınıfının kısa erimli çıkarlarının ötesini gözeten bir siyaset izlemiştir.

Leo Panitch-Sam Giden’in, Küresel Kapitalizmin Oluşturulması/Amerikan İmparatorluğunun Siyasal İktisadı kitabındaki şu değerlendirmelerini yabana atmamak gerekiyor:

Franklin Delano Roosevelt (FDR) tarzı Amerikan liberalizminin merkezinde, devletin zaman zaman devrim ve savaşları önlemek için başvuracağı düzenleyici ve toplumsal bir reform gündemine gereksinim duyduğu anlayışı yatar. 1930’da bir dostuna  ‘Ülkenin en azından bir kuşak boyunca ara sıra hayli köktenci olmasının zamanı geldiği konusunda hiçbir kuşkum yok. Tarih, bunun arada bir gerçekleştiği durumlarda, ulusların devrimlerden kurtarıldığını yazar’demiştir. ‘Akıllı köktencilik’ diye ifade ettiği şey de, o çok beğendiği ‘Koruyacaksan reform yap’ özlü sözünden esinlenmiştir. (Leo Panitch-Sam Giden, Küresel Kapitalizmin Oluşturulması/Amerikan İmparatorluğunun Siyasal İktisadı, İngilizceden çeviren: Ümit Şenesen, Yordam Kitap, İstanbul, Şubat 2019. s.71)

Yazarlar, küresel kapitalizmin inşasında önemli ikinci etabın, ikinci büyük savaştan sonra  “Amerika’nın Avrupalı kapitalist devleti kurtarışı” olduğunun, Avrupa’nın savaş sonrası yeniden yapılanmasında başrolün Amerikan sermayesi tarafından değil, Amerikan devleti tarafından oynandığının altını çiziyorlar. 

Sonuç olarak, tarihsel deneyimin bize, komünistler-dünya devrimi ilişkisinde ideolojik siyasal içeriğin son derece önemli ve kritik bir ağırlık taşıdığını gösteriyor.

 

Kaynakça

 İ. Lenin,, (1964) Toplu Yapıtlar, İng. Cilt: 26, Progress Publishers.

Dutt, (1935) Fascism and Social Revolution, Martin Lawrence, London 1935, s. 9

Weber, H. (1979) III. Enternasyonal 1919-1943 Belgeler, çev. ümit kıvanç, Belge Yayınları Birinci Baskı, Ekim 1979 sayfa: 4-15)

Rusya Demokratik İşçi Partisi (1974), The Bolsheviks and the October Revolution: Minutes of the Central Committee of the Russian Democratic Labour Party   August 1917-February 1918, Londra.