III. (Komünist) Enternasyonal’in kuruluşunun yüzüncü yılındayız. Türkçede yüzüncü yıldönümüne özgü bir kelime yok. İngilizler centenary diyor, İspanyollar centenario, Ruslar stoletie. Dile kolay, koca bir asır. Bir asır geçmiş III. Enternasyonal’in kuruluşunun üzerinden, lağvedilmesinin üzerinden ise 76 yıl. Ama etkileri bugüne değin uzanan devasa bir deneyim olarak hala canlılığını koruyor.
1919 Mart’ında Moskova’nın soğuğunda toplanan 22 ülkeden 35 örgütü temsil eden 51 delege, devri dolmuş II. Enternasyonal’i toprağa vererek, III. Enternasyonal’i kurdular. Lenin’in sosyal demokrat isminin terk edilmesi çağrısına uygun olarak da, yeni Enternasyonalin ismini “Komünist Enternasyonal” olarak belirlediler.
Aslında III. Enternasyonal’in kuruluşu, Vladimir İlyiç Ulyanov’un (Lenin) ve Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (Bolşevik)’in olağanüstü çetin mücadelesiyle mümkün kılınmıştı. Eğer emperyalist dünya savaşı 1 Eylül 1914’te patlak verdiği andan itibaren Lenin ve Bolşeviklerin yürüttüğü mücadele olmasaydı ne Ekim Devrimi ne de onun ürünü olan Komintern kurulabilirdi.
Yapayalnız bir Lenin
Gerçekten de dünya savaşının ilk günlerinde, dünyayı kaplayan o kasvetli atmosferin orta yerinde, Lenin ve RSDİP (B) yapayalnız görünüyordu. Sosyalist (sosyal demokrat) partilerin uluslararası birliği olan II. Enternasyonal’in bütün diğer partileri ve liderleri, patlak veren savaşta kendi egemen sınıflarının safında yer aldılar. Avrupa’nın büyük güçleri, sömürgeleri yeniden paylaşmak üzere savaşa tutuşmuşken, sözüm ona dünya işçilerinin birliğini sağlamak için mücadele eden II. Enternasyonal birbiriyle savaşan burjuva devletlerin tarafını tutan ulusal parçalarına bölünmüştü.
II. Enternasyonal, 1912’de Basel Kongresi’nde “bütün ülkelerden proletaryanın savaşa karşı mücadelesinde yön verici ilkeleri” şöyle belirlemişti:
“Eğer bir savaş patlak vermesi tehlikesi ortaya çıkarsa, Uluslararası Sosyalist Büro tarafından koordine edilen ülkelerdeki işçi sınıflarının ve parlamenter temsilcilerinin görevi; en etkili saydıkları yöntemleri (ki bu yöntemler doğal olarak, sınıf mücadelesinin keskinleşmesine ve genel siyasi durumun keskinleşmesine bağlı olarak değişiklik gösterecektir) kullanarak savaşın patlak vermesini engellemek için her türlü çabayı sergilemek.
Eğer savaşın patlak vermesi her şeye rağmen engellenemezse, görevleri; hızla bitirilmesi yönünde müdahale etmek, savaşın yarattığı ekonomik ve politik krizi, bütün güçleriyle halkı uyandırmak ve kapitalist sınıf egemenliğinin devrilmesini hızlandırmak için kullanmak.”
Oysa II. Enternasyonal partileri, savaş gerçekten başlayınca, işçi ve köylülerden oluşan yüzbinlerce asker, emperyalist çıkarlar uğruna birbirini boğazlamak üzere cephelere gönderilince, her biri ‘kendi devletlerini’ destekleyerek bunun tam tersini yapmıştı.
II. Enternasyonal’in en büyük partisi, Bismarck’ın ‘Anti-Sosyalist Yasa’ yıllarında estirdiği terörü aşmayı başarmış, tüm dünya sosyalistlerinin örnek aldığı, bizzat Kautsky tarafından ‘Devrimci bir parti’[i] ilan edilen Almanya Sosyal Demokrat Partisi, Reichstag’da savaş kredilerine onay vererek ihanet etmişti.
Ahlaki ve politik çöküntü barizdi. Ama buna rağmen tutumun yaygınlığı, onun meşruluğuna dayanak oluşturmuştu. Hatta o iki karanlık yılda (1914-15) tuhaf kaçan, delice görünen, Lenin ve Bolşeviklerin tutumuydu.
Bolşevik Merkez Komitesi, Eylül 1914’te emperyalist savaşa karşı duran açıklamasını yayımladı. Duma’da Kamanev liderliğindeki Bolşevik Grup açıktan savaş karşıtı tutum aldı, Kamanev’in meclisteki konuşması Bolşevikler tarafından bastırılarak binlerce işçiye ulaştırıldı. Bolşevik vekiller tutuklanarak Sibirya’ya sürüldüler.
Sürgünü duyuran resmi bildiri şöyle diyordu:
“Çalışmalarının amacı, gizli bildiriler ve sözlü propagandalar yoluyla yığınları savaş aleyhine tahrik ederek Rusya’nın askeri gücünü sarsmak olan sosyal-demokrat kuruluşların bazı üyelerinin tutumu, bu bakımdan başkalarından tamamen farklıydı.”
Mahkemede çarlık savcısı Bay Nenarokomov, Bolşeviklere, Rusya’nın resmen savaş halinde bulunduğu Almanya’nın sosyalistlerini örnek olarak göstermiştir:
“Alman sosyal-demokratları savaş harcamaları lehinde oy kullanmışlar ve hükümetin dostu olduklarını tanıtlamışlardır. İşte Alman sosyal-demokratları böyle hareket ettiler, ama Rus sosyal-demokrasisinin şövalyeleri böyle davranmadılar. … Belçika ve Fransa sosyalistleri öteki sınıflarla kavgayı, parti çekişmelerini hep birlikte unutmuşlar ve bayrak çevresinde birleşmekte duraksamamışlardır.”
Bayrak çevresinde birleşmek – ne de tanıdık bir aforizma! Savaş bir kez başladı mı, bu savaşın hangi politikaların sonucu olduğu, hangi sınıf çıkarlarını yansıttığı unutulmalı, herkes egemen sınıfların çıkarlarını temsil eden devlet siyasetinin etrafında itirazsız hiza almalı!
Sadece Almanya, Fransa, Belçika gibi ülkelerde değil, Rusya’da da adı sosyalist olan pek çok unsur savaş patlak verince çarlığın arkasında hizalandı.
Çarlığa karşı köylü devrimciliğini geliştirmiş olan Narodnikler de bunların arasındaydı. “Rusya’da Halkçı Sosyalistler ve Sosyal-Devrimciler Konferansı” Temmuz 1915’te Petrograd’da toplandı. Konferans savaşa karşı tutum sorununu tartıştı ve savaşta çarın aktif desteklenmesi yönünde bir karar verdi. Çar 2. Aleksandr’ı suikastle öldüren Narodniklerin politik devamcıları olma iddiasındaki SR’lar çarcı olmuşlardı!
Ayrıca Rusya’nın müttefiki devletlerin ‘sosyalistleri’ de çarlığa karşı savaşımın durdurulması çağrıları yapıyordu. Belçikalı Vandervelde’nin, Rusya’da çarlığa karşı savaşımın geçici olarak durdurulması konusundaki çağrısını anmaya değer… Rusya’da Menşevik ve SR’lar bunu kabul etmiş, Bolşevikler açıktan reddetmiştir.
Lenin, Duma kürsüsünden emperyalist savaşa karşı koyan Bolşeviklerin eylemini selamlamış, bunu tarihsel bir tutum olarak nitelemiştir:
“Çeşit çeşit parlamentarizm var. Bazıları parlamento kürsüsünü, kendi hükümetinin gözüne girmek için ya da en azından Çheydze grubunun yaptığı gibi, her türlü sorumluluktan kurtulmak için kullanıyorlar. Diğerleri ise, parlamentarizmi, sonuna kadar devrimci kalmak, en zor koşullar altında bile sosyalist ve enternasyonalist olarak görevlerini yerine getirmek için kullanır. Parlamento çalışmaları, bazılarına bakan koltuğu sağlar, bazılarını ise hapishaneye, sürgüne, kürek cezasını çekmeye gönderir. Kimileri burjuvaziye, kimileri proletaryaya hizmet eder. Kimisi sosyal-emperyalisttir, kimisi devrimci marksist.”
Lenin, yayımlanmamış bir makale taslağında, savaş şartlarında izlenmesi gereken çizgiyi “İllegal parlamentarizm” olarak nitelemişti[ii]. Bir yandan devrimci mücadeleyi geliştirmek, ama diğer yandan da legal olanaklardan kopmamak, ordu içerisinde örgütlenmek vb. Bolşevikler savaş boyunca, çok ağır şartlarda Rusya’da bunu hayata geçirdiler.
İstisnasız bütün savaşan devletler, kamuoylarını savaşın çok kısa sürede kendi zaferleriyle sonuçlanacağına ikna etmişlerdi. Savaşın ilk kanlı yılı geride kalıp, dünya savaşının öyle kısa sürede bitmeyeceği anlaşıldığında, işçi ve halk kitleleri arasında hoşnutsuzluk yayılmaya başladı. Savaşta tarafsız kalan İsviçre, savaş karşıtı toplantıların merkezine dönüştü. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı 26-28 Mart 1915’te Bern’de toplandı. Uluslararası Sosyalist Gençlik Konferansı da aynı yılın 2-6 Nisanında, yine Bern’de toplandı. Nihayet, kadın ve gençlik toplantılarının açtığı yoldan, 5-8 Eylül 1915’te Zimmerwald Konferansı toplandı.
Sis dağılıyor: Zimmerwald
Zimmerwald, devrimci sosyalistler ile Kautskici reformistler arasında bir tür ortak platform gibiydi. Ortak paydası antimilitarizm ve savaş karşıtlığı olan bu güçler, güncel politikada büyük oranda ayrışıyordu. Konferansa; Rusya, Polonya, İtalya, İsviçre, Bulgaristan, Romanya, Almanya, Fransa, Hollanda ve İsveç-Norveç’i temsilen toplam 37 delege katıldı.
Konferansta devrimci solun başını Lenin çekti. Merkezcilerin başını ise İsviçre SDP başkanı Robert Grimm çekti. Lenin, devrimci akımı ‘Zimmerwald Solu’ adı altında birleştirdi, bir azınlık eğilimi oluşturdu. Lenin’in Sosyalizm ve Savaş broşürü burada dağıtıldı. Artık Lenin’in düşünceleri bir yıl önceki kadar yalıtık değildi. Zimmerwald Solu, sonradan III. Enternasyonal’e dönüşecek olan şeyin ilk filiziydi.
Zimmerwald Solu, konferansa bir karar önerisi sundu: Bu metin, dünya savaşının emperyalist niteliğini mahkûm ediyor, sosyal-şovenizmi lanetliyor, tüm ülkelerin emekçi halklarını iktidarı almak ve sosyalizme geçmek için iç savaşa çağırıyordu. Konferans çoğunluğu bu öneriyi reddetti ve karar önergesini sadece barışçı-pasifist çağrıyla sınırlandırmak gerektiğini söyledi.
Lenin, dünyanın devrimci bir çağın eşiğinde olduğunu ve konferansın bu savaşımın önünü aydınlatmakla yükümlü olduğunu öne sürüyordu. “Marksizm, pasifizm demek değildir. Savaşın hızla sonuçlanması için savaşım, kuşku yok ki gereklidir, ama ‘barış’ isteği ancak devrimci bir savaşım çağrısı ile proleterce bir öz kazanır. Devrimler birbirini izlemezse, sözde demokratik bir barış, bir küçük-burjuva ütopyasıdır” diyordu.
Tartışmalar sonucunda konferans bir uzlaşma kararı verdi. Karar, proletaryayı emperyalizme ve savaşa karşı mücadele etmeye çağırıyor ve 2. Enternasyonal liderlerini hain olarak mahkum ediyordu. Karar, savaşa karşı çıktığı için hapsedilen Duma’daki Bolşeviklere, Almanya’da Rosa Luksemburg, Clara Zetkin ve Karl Liebknect’e dayanışma ifade ediyordu.
Lenin, bu kararı “oportünizm ve sosyal şovenizmden ideolojik ve politik kopuş yönünde atılmış bir adımdı. Ama tutarsızlıkları da vardı ve söylenmesi gereken her şeyi söylemiyordu.” sözleriyle yorumladı.
Konferansta, Grimm başkanlığında bir Uluslararası Sosyalist Komisyon kuruldu. Böylece 2. Enternasyonal’in eski Uluslararası Sosyalist Büro’su fiilen aşılmış oldu.
Zimmerwald, İkinci ve Üçüncü Enternasyonaller arasında bir köprü rolünü oynadı. Savaşa karşı bir ilk duruştu. Ancak bizzat kendisi yeni bir enternasyonal olamazdı, zira çok keskin ideolojik farklılıklar barındırıyordu. Emperyalist dünya savaşını ‘iç savaşa’ dönüştürmek ve ‘kendi burjuvazisinin yenilgisi’ için çalışmak gerektiğini söyleyen (azınlıktaki) Zimmerwald Solu ile hemen şimdi barış isteyen (dolayısıyla bir emperyalist barışı kabul eden), savaşa pasifist temelde karşı çıkan, merkezci grupların uzlaşması mümkün değildi.
Nitekim Zimmerwald enternasyonali, iki toplantı daha yapabildi ve sonrasında dağıldı.
Lenin, bu dönemde yoğun bir düşünsel faaliyet içerisine girdi. Hegel’i okudu, emperyalizm üzerine yüzlerce kaynağı inceledi. Özellikle kapitalizmin bu yeni aşamasının ekonomik temellerini ayrıntılı olarak inceledi. Yukarıda andığımız Sosyalizm ve Savaş’ın yanı sıra, Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı’nı, Emperyalizm’i, Emperyalist Ekonomizm’i, Proleter Devrimin Askeri Programı’nı yazdı. II. Enternasyonal tam bir teorik-politik çöküş içerisindeyken, Bolşevizm teorik ve politik olarak yeni bir yükselişin hazırlığı içerisindeydi. Lenin’in savaş yılları teorik çalışmaları, Marksizm’in Marksizm Leninizm’e sıçratılmasında belirleyici önemdeydi. Lenin’in bu çalışmaları, sadece Ekim Devrimi’nin değil, III. Enternasyonal’in de teorik temelini oluşturacaktı.
Dünyanın en özgür cumhuriyetinde
Derken, pek de beklenmeyen bir şey oldu ve Rusya’da Romanov ailesinin bin yıllık hanedanı devrimle alaşağı edildi. Rusya, bir anda dünyanın en özgür ülkesi haline gelmişti. Bu aynı zamanda, savaşa karşı ilk devrimdi. Lenin’in 1914’ten beri ısrarla vurguladığı, emperyalist savaşın bağrından doğacak devrimlerin ilki gerçekleşmişti işte.
Trenle Almanya üzerinden Rusya’ya gelen Lenin, hızla Nisan Tezleri’ni ilan ederek, yeni, sosyalist bir devrimin hazırlığına girişmişti.
Nisan Tezleri’nde bir bölüm de yeni bir enternasyonal çağrısına ayrılmıştı:
“Zimmerwald bataklığına daha fazla göz yumulmamalıdır. … Bu Enternasyonal’le bağı derhal koparmalıyız. Sadece enformasyon için Zimmerwald’de kalmalıyız. Tam da biz, tam da şimdi, vakit geçirmeksizin yeni, devrimci, proleter bir Enternasyonal kurmalıyız, ya da daha doğrusu halihazırda kurulmuş olduğunu ve etkinlikte bulunduğunu bütün dünya önünde kabul etmekten korkmamalıyız.”
Anlaşılan Şubat Devrimi, Lenin’e bir süredir kavramsal düzeyde savunduğu yeni enternasyonal fikrini fiiliyata geçirmek için itilim sağlamıştı.
Peki bu yeni enternasyonalde kimler yer almalıydı? Lenin uluslararası ‘sosyalist’ hareketin bir röntgenini çekerek, üç akımın varlığını saptıyordu: Sosyal şovenler, Merkez ve gerçek enternasyonalistler.
Lenin’e göre, sosyal şovenler “sınıf düşmanlarıdır”, “işçi hareketi içindeki burjuvalardır”: Bunlar işçi sınıfının objektif olarak burjuvaziye satılmış (daha iyi ücretler, fahri görevler vs.) ve küçük ve zayıf halkları yağmalayıp boğazlaması ve kapitalist ganimetin paylaşımı uğruna mücadeleyi sürdürmesi için kendi burjuvazilerine yardımcı olan katman, grup ve kesimlerini temsil ediyorlardı.
Merkezciler ise “legalite çürümesinin aşındırdığı, parlamentarizm atmosferinin ahlakını bozduğu vs. geleneksel şablonların insanlarıdır, sıcak postcuklara ve ‘rahat’ çalışmaya alışmış memur tiplerdir.” Bunlar “Tarihsel ve ekonomik açıdan bakıldığında özel bir katmanı temsil etmezler”, bir geçiş dönemi olgusunu ifade ederler, proletaryanın güç biriktirdiği, yasal ve evrimci mücadelenin başat olduğu 1871-1914 döneminin geri dönülmezcesine arkada kalmış olması, bu “merkezci” unsurların da aşılmasını gerektirmektedir.
Gerçek enternasyonalistler ise, “Baş düşman kendi ülkendedir” ilkesini pratiğe geçiren, bunun için bedel ödeyen Karl Liebkneckt, Rosa Luksemburg gibi devrimcilerdir. “Bu tür insanlar çok az, ama sosyalizmin tüm geleceği sadece onlardır, kitlelerin baştan çıkarıcısı değil lideri sadece onlardır.” der Lenin.
Emperyalist ve sömürgeci savaş zamanlarında, gerçek devrimcilerin yalnızlığı, sayısal azlığı, demek ki, onların tarihin yapıcıları olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Lenin, savaş dönemi boyunca bu üç ana çizginin belirgin biçimde ortaya çıktığını ve üçüncü enternasyonalin aslında, gerçek enternasyonalistlerin pratiğinde şekillendiğini, meselenin sadece bunu ilan etmek olduğunu savunur. Sosyal şovenlerle ve merkezcilerle birliği savunmaya devam etmek, ihanet olacaktır ona göre. Zaman eylem zamanıdır.
Zimmerwald’cıların son toplantısı, Rus Devrimi’nin esintisiyle, Petrograd Sovyeti’nin çağrısıyla Stockholm’de yapılır. Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki sert tartışmalar bu toplantıda uluslararası zemine taşınır. Bolşevikler toplantıda üstünlüğü elde tutmuş gibi görünmektedir. Ama Lenin bu toplantıdan pek memnun kalmamıştır, çünkü ona göre, bileşimi son derece karışık, hatta saçmadır, bir kez daha “esas itibariyle hemfikir olmayan ve bu yüzden gerçekten birlikte, gerçekten ortak davranma yeteneğine sahip olmayan kişiler, politikalarının ana doğrultusunda aralarında kaçınılmaz olarak ayrışmak zorunda olan kişiler bir araya gelmiştir.” Böyle toplantıların meyvesi ancak ya hırgür ve “dedikodu”dur ya da gerçekleri gizlemek için yazılan elastiki, uzlaşmacı kararlardır ona göre, ama Lenin artık, gerçek enternasyonalistlerin biraraya geldiği, devrimci eylemin planlandığı toplantılar istemektedir.
Sosyalizmin ülkesinde
Nihayet, eski Rus takvimiyle 25 Ekim’de, miladi takvimle 6 Kasım’da Petrograd’da toplanan tüm Rusya işçi ve asker Sovyetleri genel kurulu, bütün iktidarı eline alır. Bütün iktidar sovyetlere geçmiş, Geçici Hükümet devrilmiş ve tutuklanmıştır. Lenin ve Bolşevikler için, bu adım, dünya savaşını izlemesi kaçınılmaz olan dünya devrimi dalgasının başlangıcıdır.
Dolayısıyla, Ekim Devrimi, yeni bir enternasyonal kurulması çalışmalarına büyük bir hız katar. Ancak savaş hala sürmektedir ve ulaşım olanakları son derece sınırlıdır.
Nihayet Aralık 1918’de Rusya Komünist Partisi liderliği, yeni enternasyonal için çağrıyı pratiğe dönüştürme kararını alır. 24 Aralık’ta Moskova’dan yapılan bir radyo yayınında bütün ülkelerin komünistleri “üçüncü enternasyonal etrafında birleşmeye” çağrılır.
Kongreye hiçbir şekilde merkezci ya da sosyal şoven partilerin katılmaması Lenin’in ‘kırmızı çizgisi’dir. Aslında Almanya Komünist Partisi dışında, kongreye katılanlar hemen tümüyle gruplar, çevreler ve çeşitli sosyal demokrat partiler bünyesindeki ‘kanatlardır’.
İlk kongre 2-6 Mart 1919 arasında Kremlin’de, adalet salonunda toplandı. Nihayet, 1914’te başlayan ağır ve sancılı bir gelişme sürecinin ardından, proletaryanın yeni bir enternasyonal örgütü, kurulmuştu.
Almanya’da 1918 Kasım Devrimi’yle imparatorluk yıkılmış, işçi ve asker sovyetleri belirmişken, Macaristan’da 1918 Kasım demokratik devrimini, sosyalist devrim izlemiş ve iktidar komünist partisine geçmişken, bütün Avrupa savaş sonrası devrimci çalkantılarla sarsılırken, Moskova’da yapılan bu kongre dünya devriminin öznel şartlarını yaratmaya odaklanmıştı.
Lenin’in sözleriyle;
“Birinci Enternasyonal (1864-1872), sermayeye karşı devrimci saldırısını hazırlamak için işçilerin uluslararası örgütünün temelini attı. İkinci Enternasyonal (1889-1914), enlemesine gelişen proleter hareketin uluslararası örgütüydü, bu gelişme, devrimci seviyenin geçici olarak düşmesiyle, sonuçta bu Enternasyonal’in rezilce çöküşüne yol açan oportünizmin geçici olarak güçlenmesiyle gerçekleşti.
Üçüncü Enternasyonal, II. Enternasyonal’in çalışmalarının meyvelerini devraldı, oportünist, sosyal-şoven, burjuva ve küçük-burjuva pisliklerini silkeleyip attı ve proletarya diktatörlüğünü hayata geçirmeye başladı.
III. Komünist Enternasyonal’in dünya tarihindeki önemi, Marx’ın yüce şiarını, sosyalizmle işçi hareketinin yüzyıllık gelişiminden sonuç çıkaran şiarı, proletarya diktatörlüğü kavramında ifadesini bulan şiarı hayata geçirmeye başlamış olmasında yatar.”
III. Enternasyonal, öncekilerle kıyaslanmayacak ölçüde, doğrudan devrimci eylemin enternasyonali olarak doğdu. Ancak bünyesindeki devrimci gruplar, devrimlere önderlik edecek denli olgunlaşmamışlardı. Kısa sürede büyüyerek, biraz da uluslararası gelişmelerin itkisiyle iktidarı ele geçiren Macaristan Komünist Partisi, karşıdevrimin başlattığı iç savaş karşısında fazla dayanamayarak yenildi. Macaristan’da Sovyet iktidarının yerini, tarihin ilk faşist diktatörlüğü olarak tanımlayabileceğimiz, Amiral Horthy’nin kanlı rejimi aldı.
Almanya’da Spartakist ayaklanma, komünist partisinin dışında gelişmişti. Ancak parti ayaklanmanın dışında kalamazdı. Bütün gücüyle içinde yer aldı. Bunun karşılığı, henüz yeni kurulmuş bu partinin en değerli iki önderini, iki tarihsel şahsiyeti, Rosa Luksemburg ve Karl Liebkneckt’i sosyal demokratların alçakça bir katliamı sonucu yitirmesi oldu.
Dünya devriminin gün be gün gelişen imkanları ile komünist partilerinin henüz çok cılız ve yeni kurulmuş komünist partilerinin yetmezlikleri arasındaki büyük açı farkını çözmek üzere Komintern’in bulduğu yöntem, aşırı derecede merkezileşmiş bir işleyişin kurulması oldu.
II. Enternasyonal’in merkezi Almanya, temel gücü SPD idiyse, III. Enternasyonal’in merkezi Sovyetler Birliği ve temel gücü de Bolşevikler oldu. Her iki enternasyonalin ufkunu belirleyen de bu en ileri güçler oldu.
Zinovyev’in deyişiyle Moskova’da “dünya devriminin genelkurmayının” toplanması, Komintern üyesi her partinin birincil sorumlularının Moskova’da kalıcı biçimde ikamet etmesi, Komintern Yürütme Kurulu’nun her an toplanabilecek mevcudu Moskova’da tutması, bu açıyı kapatmak için tasarlanan bir işleyişti. Komintern’in ilk yıllarında genç komünist partilerinin deneyim kazanması bakımından da belli bir rol oynadı. Ancak bu ‘doğum lekesi’ Komintern’i bütün tarihi boyunca takip etti ve nihayetinde lağvedilmesinin resmi gerekçelerinden birisine dönüştü. Çünkü komünist partileri büyüyüp kendi ülkelerinin siyasal hayatında bir etkene dönüştükçe bu aşırı merkezi işleyiş, bu kez tersinden bu partileri boğan, kendi ülkelerindeki siyasal yaşamda rol oynamalarını güçleştiren, kendilerine has bir devrimci önderlik şekillendirmelerine sürekli müdahale eden bir rol oynamaya başladı. Nihayetinde Komintern bir dünya partisiydi, tek tek ülkelerdeki komünist partileri ise bu dünya partisinin seksiyonları. II. Enternasyonal’in gevşek ve bağlayıcılıktan yoksun yapısının yerini katı merkeziyetçi ve her şeyin Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulu (KEYK) tarafından belirlendiği yeni bir yapı aldı.
İlk dünya devrimi dalgası
Dünya devriminin dalgalar halindeki gelişimi, 20. yüzyıla damgasını vurmuştur. 1917 Ekim Devrimi’yle açılan ve 1921’e kadar (hatta artçı sarsıntıları 1923’e kadar) süren birinci dalga, doğrudan dünya savaşının sonucuydu. Rusya’da Çarlığın ve Geçici Hükümetin devrilmesi ve Sovyet iktidarının kurulması, Avrupa’da bir isyan dalgasının ilk belirtisiydi. Almanya’da Kasım Devrimi ile Kayzerlik devrilerek demokratik burjuva cumhuriyeti kuruldu, her yanı işçi ve asker konseyleri sardı. Ancak sosyal demokrasi, burjuvaziyle güçlerini birleştirerek proleter devrimi daha başlangıcında boğdu. 1919 Ocak’ında Berlin’de patlak veren isyanın bastırılması ve Almanya Komünist Partisi’nin liderleri Rosa Luksemburg ve Karl Liebkneckt’in sosyal demokratlar tarafından[iii] katledilmesi, bu partiye vurulmuş çok ağır bir darbeydi. Ebert-Noske iktidarı, işçi-asker konseylerinin yönetimi ele alarak bir sovyet yönetimi ilan ettiği Leipzig, Hamburg, Bremen, Chemnitz ve Gotha’da da kapitalist düzeni, Freikorps denilen paramiliter birlikler aracılığıyla katliamlar yaparak sağladı. (Nazilerin ilk unsurları bu paramiliter çetenin içinden çıktı). 1919 sonlarına gelindiğinde Alman devrimi bastırılmış gibiydi. Bu kez 13 Mart 1920’de General Kapp’ın askeri darbesi geldi, ancak proletaryanın birleşik mücadelesi ve hızla başlattığı genel grev karşısında tutunamadı. 1921 Mart Eylemi’nden geçerek, Almanya’da devrim, 1923 Hamburg barikatlarına kadar güncel bir olgu olmayı sürdürdü. Sonrasında ise, 1933 Hitler darbesine kadar Almanya KP, Avrupa’nın en güçlü komünist partisi olmaya devam etti.
Macaristan’da 1919 Mart’ında adeta bir oldubittiyle ilan edilen Sovyet Cumhuriyeti, daha ziyade Macaristan’a dayatılan toprak kayıplarına karşı, komünistlerin Sovyet desteği vaadiyle elde ettikleri beklenmedik destek sayesinde mümkün olmuştu. O denli ki, Macar Komünist Partisi henüz 1918’de kurulmuşken, 1919’da iktidara geldi. Bela Kun, hapisten çıkarak devletin başına geçti. Almanya örneğinin aksine, Macaristan’da komünistleri iktidara doğru ittiren sosyal demokratlardı. Ancak sosyal demokrat ve komünist partilerinin birleştirilmesi yoluyla ortaya çıkan iktidar partisi, karşıdevrimin başlattığı amansız saldırıyı göğüsleyecek denli güçlü değildi. Yeni doğmuş Macaristan Sovyet Cumhuriyeti, sadece Macaristan burjuvazisiyle değil, Romanya ve Çekoslovakya ile de savaşmak zorunda kaldı. Her ne kadar Macar Kızıl Ordusunun geçici zaferiyle kısa süreli Slovak Sovyet Cumhuriyeti’nin kurulması umutlar uyandırdıysa da, neredeyse tüm İtilaf Devletlerinin desteğini alan karşıdevrim nihayetinde zafere ulaştı. Sovyet Rusya ise İç Savaşla boğuştuğu için, askeri destek veremedi. Romanya ordusu 6 Ağustos 1919’da Budapeşte’ye girerek devrimi sonlandırdı. Romen ordusu, başkenti Amiral Horthy liderliğindeki Beyaz Ordu’ya teslim etti. Macaristan’da Amiral Horthy’nin proto-faşist (ön-faşist) diktatörlüğü kuruldu.
İtalya’da 1921’de bütün ülkeyi işçi konseyleri sarmıştı, Sosyalist Parti çok güçlüydü, Komünist Partisi yeni doğmuş ve gelişiyordu. Ancak burjuvazi, eski sosyalist-yeni faşist Mussolini’ye 1922 Martında iktidarı vererek onun darbesi ile proletarya hareketini ezmeye girişti. Kademeli olarak ilerleyen Mussolini, 1926’dan itibaren burjuva Meclisini de feshederek faşist diktatörlüğünü inşa etti.
Hollanda’da Kızıl Hafta (9-14 Kasım) başarısız bir sosyalist devrim girişimi olarak kaldı. Finlandiya iç savaşında komünistler yenilgiye uğradı. İrlanda’da Limerick Sovyeti bastırıldı. Belçika’daki Alman askerlerinin oluşturduğu Brüksel Asker Sovyeti şehirdeki işçilerle birleşerek demokratik bir cumhuriyet kurmaya giriştiyse de Alman ordusunun çekilmesinin ardından girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Bulgaristan’da Çiftçi ve Komünist partileri tarafından düzenlenen 1923 halk ayaklanması başarısızlıkla sonuçlanarak, yerine monarko-faşist diktatörlük kuruldu.
Sovyet Rusya’daki İç Savaş kargaşasından faydalanarak Sovyet Ukrayna’yı işgal etmeye girişen ve Kiev’i ele geçiren Polonya’ya karşı[iv] Kızıl Ordu’nun başarılı direnişi, giderek Polonya sınırlarını da aşarak Varşova’ya doğru ilerleyen bir karşı hücuma dönüştü. 1920 yılında gerçekleşen Varşova kuşatması, Pilsudski’nin liderliğindeki toprak ağaları rejimini devirebilir ve sosyalizmin Batı’ya yayılmasına vesile olabilirdi. Kızıl Ordu’nun Polonya ordusu karşısında elde ettiği zincirleme başarılar da bu umudu doğruyordu.
Ancak Kızıl Ordu’nun Varşova kuşatması başarısızlıkla sonuçlandı ve Kızıl Ordu geri çekilirken, sanki yakın vadede bir Avrupa devrimi umutlarını da beraberinde götürüyor gibiydi.
1917-21 dönemi aynı zamanda Sovyet Rusya’da da İç Savaş dönemidir. Beyaz Ordulara karşı verilen kıran kırana mücadele çok geniş bir alanda yürütüldü. Nihayetinde Kızıl Ordu bütün cephe hattı boyunca Beyaz Orduları tam bir bozguna uğrattı. 1922’de Sibirya ve Uzak Doğu cephesindeki muharebelerin de tamamlanmasının ardından, 1922 Aralık’ında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ilan edildi.
Böylece ilk dünya devrimi dalgasının bilançosu da belirginleşti: 1917-21 döneminin kanlı altüst oluşları arasında, Avrupa’da sosyalist devrim girişimleri başarısız olmuş, ama Sovyet Rusya’da da karşıdevrim girişimleri başarısız olmuştu. Dolayısıyla, Avrupa’da nispeten istikrara kavuşmuş kapitalist rejimlerin, dünyanın ilk sosyalist devletiyle bir arada yaşayacağı, süresini kimsenin kestiremeyeceği bir dönem açılmış oldu.
İkinci dönem (1922-1928)
Komintern bakımından 1919-21 döneminin ana hattı devrimci saldırı idiyse, 1922-28 döneminin ana hattı ise güç biriktirme ve dünya devriminin yeni dalgalarına hazırlık oldu. Kimi kaynaklar ikinci dönemi 1925-1928 olarak tarihlendirmektedir. Birinci dönemde sosyal demokrasiye saldırı esas iken, ikinci dönemde sosyal demokrasiyle birleşik işçi cephesi kurmak ve sermayenin saldırılarına birlikte karşı koymak esas oldu. Kuşkusuz, Rosa ve Karl’ın katledilmesi, Alman devriminin yenilgisi, henüz çok tazeydi ve pratikte sosyal demokratlarla komünistler hiçbir yerde ‘birleşik cephe’ kuramadılar. Ama bu amaçlı kimi görüşmeler oldu.
Mayıs 1926’da Britanya’da ilan edilen dokuz günlük genel grev, dönemin en önemli mücadelelerinden birisiydi. Britanya Komünist Partisi’nin de tarihinde en etkili olduğu dönemdi bu. Ancak Britanya sendikal hareketinin politik sınırlılıkları (örneğin Sovyetler Birliği’nin gönderdiği greve destek fonunu reddettiler, yüksek yargının grev yasağını kabul ettiler vb.) hükümetin hareketin üstesinden gelmesini sağladı. Hareketin temelinde yatan madencilerin grevi de Aralık 1926’da ücret düşüşlerinin kabulüyle sonuçlandı. Britanya sendikaları önemli bir yenilgi almışlardı. Bunun sonucu işçi sınıfı devrimciliğinin ve Britanya Komünist Partisinin gerilemesi ve sendikalarda sağ kanadın, siyasette ise İşçi Partisi’nin güçlenmesi oldu.
Sömürgelerde bu dönemde, komünist partilerinin ulusal burjuvazilerle işbirliğine cevaz verildi. Bunun bir ifadesi olarak, Çin Komünist Partisi, Çin Milliyetçi Partisi (Kuomintang) ile birleşti, feodalizme karşı ortak bir savaş yürüttü. 1927 Kanton Ayaklanmasına kadar süren bu işbirliği içerisinde ÇKP ulusal çapta bir siyasi partiye dönüştü. Ancak Kanton Ayaklanmasının ardından yaşanan büyük komünist kıyımı ile birlikte, bu iki parti artık can düşmanı oldular.
Avrupa’daki komünist partilerinde bir ‘Bolşevikleştirme’ kampanyası yürütülerek, sosyal demokrasiden devralınan ideolojik zaaflar aşılmaya çalışıldı. Ancak bu kampanya, Komintern partilerinde (özellikle önderlik düzeyinde) bitmek bilmeyen bir ihraçlar dalgasının başlangıcı oldu. İlkin bu ihraçlardan ‘sol sapma’ önderlikler payını alırken ilerleyen yıllarda ihraçların yönü ‘sağ sapmaya’ doğru yöneldi. Neticede, bu ihraçlar, tek tek ülkelerdeki komünist partilerinin özgün siyasal kişiliğinin gelişimini de zedeledi. Sürekli ihraçlar, devrimci önderliklerin esasen kendi ülkelerinin devrimci savaşımı içerisinde uzun dönemde şekillenebileceği gerçeğine aykırıydı.
SSCB’de ise bu dönem, NEP dönemiydi. İç Savaş döneminde uygulanan savaş komünizmi, Kızıl Ordu’nun örgütlenmesini ve şehirlere besin ikmalini sağlamış, ancak özellikle tahıl zoralımları köylülüğü Sovyet rejimine yabancılaştırmıştı. NEP ile birlikte Sovyet iktidarı köylülüğün özel ekonomik taleplerine taviz vermiş, tahılı istediği fiyattan satma serbestisi getirmiş, buna karşılık ekonominin ana tepelerinde (sanayi, dış ticaret, bankacılık) kamusal mülkiyeti ve sosyalist üretimi sıkı sıkıya korumuştu. Batı Avrupa’da devrim kısa vadede gerçekleşmese de, Sovyetler Birliği’nde sosyalist üretim örgütlenecek ve proletaryanın iktidarı korunacaktı. Kanımca, dünya devriminin geri çekildiği, içeride Sovyet iktidarının sağlamlaştığı bir evrede, tek bir ülkede dahi olsa sosyalist inşaya girişmek doğru bir taktikti. Zira en azından, bir sonraki devrim dalgasına kadar eldeki mevzileri korumayı ve komünist partilerini güçlendirmeyi sağladı.
Üçüncü Dönem (1928-1935)
Ancak, Sovyetler’de 1927 kıtlığının yarattığı büyük politik kriz, gerekse ABD’de başlayarak tüm kapitalist dünyaya yayılan Büyük Buhran, Komintern’i ikinci dönem politikalarını terk etmeye sevk etti. SSCB’de NEP’in yerini zengin köylülüğe (kulaklar) karşı bir hücum ve tarımın kolektifleştirilmesi hamlesi aldı. Uluslararası komünist harekette ise, nihai krizine girdiği varsayılan kapitalizme karşı ‘devrimci hücum’ taktiği yeniden benimsendi. Sosyal demokrasi ‘sosyal faşizm’ olarak nitelenerek neredeyse baş düşman konumuna yerleştirildi. Örneğin, Nazilerin yükseliş halinde olduğu Almanya’da komünist partisi, 1933’e kadar temel slogan olarak “Alman Sovyet Cumhuriyeti”ni, faşist diktatörlüğe karşı proletarya diktatörlüğünü savunmaya devam etti. Faşizm tehlikesine karşı sosyal demokrasiyle işbirliği yapılmasını savunan bütün Alman komünistleri ihraç edildiler.
Büyük Bunalımın damgasını vurduğu bu dönemde, komünist partileri, işsizleri mücadeleye seferber ederek yeni bir sosyal gücü devrimci siyasete kattılar. ABD’de bunalım şartlarında komünist partisi güç kazandı, kahramanca mücadeleler yürüttü. Bu dönem aynı zamanda, ABD KP’nin siyah işçilere yönelik örgütlenmeleri de yaygınca geliştirdiği bir dönem oldu.
Almanya’da komünist partisi, faşist milislere karşı kızıl milisleri örgütledi, sınıf mücadelesinin giderek sertleşen şartlarına uyum sağlamaya çalıştı. Sosyal demokratlarla her türlü ittifakı yasaklayan Komintern kararları partinin manevra alanını oldukça daraltsa da, KPD bu yıllarda oldukça güçlü bir parti olmaya devam etti. Ne var ki, güçlerinin toplamı Hitler faşizmini engellemeye yeten SPD ile KPD’nin arasında aşılamayan hüsûmet, neticede Hitler darbesine yol verdi. Hitler darbesi, hem komünist hem sosyal demokrat partileri yasaklayarak ezdi. “İşçi sınıfının Marksizmin bayrağı altında yaratılan en eski örgütleri zalim bir haydut çetesi tarafından yerle bir edildi.”[v] KEYK ancak 1933 felaketinin ardından, şu noktaya gelmişti: “Biz burjuva demokrasisinin yerine proleter demokrasiyi, proletarya diktatörlüğünü geçirmediğimiz sürece, proletaryanın, kitleleri sermayenin iktidarını devirmeye hazırlamak, proleter demokrasiyi ele geçirmek için ondan yararlanmak üzere, burjuva demokrasisinin her kırıntısında çıkarı vardır.”[vi] 1933 yenilgisi Almanya’da ve dünyada komünist hareket için bir dönüm noktası oldu.
Sömürgelerde ise, ‘Üçüncü dönemde’, ulusal burjuvaziyle işbirliği politikası terk edildi. Çin’de Komintang’a karşı devrimci hücum siyaseti izlendi. ÇKP önderliğinde 7 Kasım 1931’de (Ekim Devriminin 14. yıldönümünde) ülkenin güneyinde ‘Çin Sovyet Cumhuriyeti’ kuruldu. Mao Zedung başkanlığındaki bu yeni devletin kendi bayrağı, kendi merkez bankası, maliye politikası vardı. (Bu olay ‘İki Çin’in başlangıcı sayılmaktadır). Gücünün doruğunda 30 bin km2 toprağa ve 3 milyon nüfusa ulaştı. Çin Kızıl Ordusu, bu dönemde 140 binlik bir güce erişti. Çin Sovyet Cumhuriyeti, 1949 devriminin bir provası gibiydi. 1934 yılına kadar ayakta kaldı. Komintang’ın düzenli orduya dayalı seferlerine dayanamayarak 1934’te fiilen yıkıldıysa da, resmi varlığı 1937’ye kadar sürdü. Komintang saldırısının ardından, sağ kalan Kızıl Ordu güçleri, 16 Ekim 1934’te Uzun Yürüyüş’ü başlatarak, neticede ülkenin Japon işgali altındaki kuzeyine ulaştılar. Böylece Çin Devrimi’nin yeni bir sayfası açıldı.
Bu dönemin sonlarında, Kasım 1935’te Brezilya’da gerçekleştirilen komünist askeri kalkışmayı da dönemin bilançosu içinde kaydetmek gerekir. İşçi sınıfından destek alamayan alt rütbeli subayların bu kalkışması, Brezilya KP ve Komintern tarafından ‘üçüncü dönem’ politikaları çerçevesinde desteklenmişti.
SSCB’de ise bu döneme tarımda kolektifleştirme hamlesi damgasını vurdu. Ekim Devrimi’ne bir köylü savaşı eşlik etmişti. Kentlerde proletaryanın sosyalist devrimi gerçekleşirken, halen nüfusun çoğunluğunu oluşturan kırlarda ise, malikane sahiplerine karşı köylülüğün demokratik toprak devrimi cereyan etti. Bolşevikler köylülerin toprak ağası soyluları (pomeşçikleri) devirerek toprağa el koymasını desteklediler. İç Savaştan da bu destek sayesinde muzaffer çıkabildiler. Stalin, 1927’ye kadar Troçkist kanadın kulaklara yönelik devrimci hücum çağrılarına kulak vermedi. Buharin ile birlikte, NEP çerçevesi içinde köylülüğün tahıl satma serbestisinden yana oldu. Ancak 1927 kıtlığı bütün dengeleri alt üst etti. Bu kıtlık, tahıl yokluğundan kaynaklanmıyordu, tahılın istiflenerek şehirlere gönderilmemesinden kaynaklanıyordu. Zengin köylü (kulak) tahılı istiflediğinde, onun deneyimlerine güvenen hemen bütün orta ve küçük köylüler de istifliyordu. Sonuç, şehirlerde açlık ve işçilerin ölmesiydi.
1927 kıtlığı, yaklaşan savaş ihtimali ve sanayi atılımı için tarımın da planlanabilir olması zorunluluğu SSCB’de tarımda kolektifleştirme hamlesinin üç temel gerekçesiydi. 1928’den itibaren başlatılan kolektifleştirme hamlesi ile 1933 yılına gelindiğinde bütün Sovyet tarımının %70’i kollektif çiftliklerde (kolhoz) gerçekleştirilir olmuştu. Kulak sınıfı tasfiye edilmişti. Partide ‘sağa karşı’ açılan kampanya ile hızlı kolektifleştirmeye karşı çıkan Buharin, Tomski ve Rikov etkili görevlerden alınmıştı. (Buharin 1926-1929 arasında yürüttüğü Komintern Yürütme Kurulu Genel Sekreterliği görevinden bu dönemde alınmıştır.)
Tarımda kolektifleştirme, 1917 Ekim Devrimini takip eden, kolektivist bir devrimci hamleydi. Sovyet kırında zengin köylülüğe karşı açık bir sınıf savaşıydı. Sadece büyük can bedellerine mal olmakla kalmadı, aynı zamanda iş ve yük hayvanı popülasyonunda da ciddi bir azalmaya yol açtı. Zira köylüler kolhoza vermek yerine hayvanlarını kestiler. Ancak tüm sovyet kırına yayılan makine-traktör istasyonları, kolhozlara teknik destek vererek, tarımın modernleşmesini sağladılar. Böylece düne kadar karasabanla tarım yapılan köylere traktör girdi. Tarım verimi yükseltildi. Kolhozlar, tarımın artık planlanabilir olmasını da sağladı. Böylece takip eden yıllardaki planlı sanayi atılımına da yeni bir temel sağladılar. Böylece SSCB, 15 yıl gibi kısa bir süre içerisinde dünyanın ikinci büyük sanayi gücü haline geldi.
1929-33 döneminde, kapitalist dünya ekonomisi ağır bir bunalım içerisindeyken, SSCB tam bir ekonomik atılım içerisindeydi. Bu iki yönlü gelişme, SSCB’yi politik bakımdan güçlendirerek savaş tehlikesini bir on yıl kadar ileriye atacaktı.
Bu döneme dair genel bir değerlendirme yapacak olursak, ‘Üçüncü Dönem’ politikaları, uluslararası kapitalist ekonominin yaşadığı en ağır bunalım şartlarına devrimci bir yanıt üretmek arayışı içerisinde formüle edilmiş olsa da, bir devrime önderlik edebilmenin önkoşulu olan esneklik ve manevra imkanından Komintern seksiyonlarını yoksun bırakıyordu. Birçok örnekte onları sekterizme itiyordu. Neticede, üçüncü dönem politikaları, hiçbir kapitalist ülkede sosyalist devrime yol açmadı. ABD ve Çin’de, komünist partiler oldukça başarılı devrimci pratikler sergilediler. Sınıf çelişkilerinin olağanüstü keskinleştiği bu dönemde, tekelci burjuvazi, işçi sınıfı mücadelesine imkanlar sağlayan burjuva demokratik kurumları ve demokratik hakları yok etmeye ve faşist partileri desteklemeye başladı. Önce Almanya’da ve ardından Avusturya’da faşizmin zaferi, Komintern’in 3. Dönem politikalarını sona erdirdi.
Komintern 7. Kongresi ve Halk Cephesi politikaları
Hitler darbesi esnasında Almanya’da bulunan Bulgar komünist lider Georgi Dimitrov, Naziler tarafından tutuklanarak, Reichstag yangınının sorumlusu ilan edildi. Leipzig’de yapılan gösteriş mahkemesinde, Dimitrov faşizmi yargılayarak, Nazileri alt etti. Özgürlüğüne kavuşan Dimitrov, 1934’te Sovyetler Birliği’ne geçti. Dimitrov burada Komintern Yürütme Kurulu genel sekreterliğini üstlendi. Dimitrov bu yeni görevinde, ilk olarak, ‘Faşizme karşı Halk Cephesi’ politikasının kabul edilmesi için enerjik bir mücadele yürüttü.
1934 yılında Fransa’da sosyal demokrat ve komünistlerin birleşik mücadelesinin ilham verdiği proletaryanın ayağa kalkışı sonucu faşizmin engellenmiş olması, eski görüşlerin aşılması için bir zemin sunuyordu. Faşizm bir kader değildi, engellenebilirdi, ancak bunun için birleşik mücadele gerekliydi.
1935’te toplanan Komintern 7. Kongresi, faşizme karşı halk cephesi politikasını resmen kabul etti. Düne kadar sosyal demokratlarla dahi ittifakı peşinen reddeden Komintern, bu kez Halk Cephesinde, “faşist olmayan burjuva partilerinin” dahi yer almasına kapıyı açmıştı.
Halk Cephesi politikaları, komünist partileri ‘üçüncü dönem’ çizgisini izleyerek sıkıştıkları tecrit konumundan çıkarttı. Fransız Komünist Partisi hızla büyüyerek gelişti. Komintern tarihinde bir ilk olarak, parti, Blum liderliğindeki Halk Cephesi hükümetinde yer aldı. Ne var ki, bu, 1935 yılının muazzam işçi hareketlerini pasifize etmek pahasına gerçekleşti. Fransa’da Halk Cephesi hükümeti, kısa ömürlü olduğu gibi, işçi hareketinin ve sol güçlerin gerilemesine yol açtı.
İspanya’da küçük komünist partisi Halk Cephesi’ne katılarak hızla büyüdü. 1936 seçimlerinde Halk Cephesinin hükümete gelmesi üzerine General Franco’nun başlattığı faşist darbe, bir iç savaşa yol açtı. Darbenin ilk başta püskürtülmesi, Cumhuriyetçi İspanya’da silahlı işçi ve köylülerin hakimiyeti ele geçirdiği Temmuz Devrimine yol açtı. İspanyol Komünist Partisi ve Komintern, faşist saldırıya karşı askeri direnişin örgütlenmesinde büyük bir rol oynadılar. Komintern’in çağrısıyla oluşturulan Uluslararası Tugaylarda 60 bine yakın emekçi savaştı, bu birlikler 15 bin şehit verdi. İngiltere ve ABD bir yandan Cumhuriyetçi İspanya’ya silah satışını yasaklarken, el altından Franco’ya silah sağladılar. Hitler Almanyası ve Mussolini İtalyası ise sürekli artan bir askeri varlıkla Franco kontrolündeki İspanya’yı işgal ettiler. Cumhuriyetçi İspanya’ya silah satan yegane devlet Sovyetler Birliği oldu. İspanya İç Savaşı, aynı zamanda, SSCB ile Almanya ve İtalya’nın dolaylı yoldan savaştığı bir sahne oldu. İngiltere ve ABD, tarafsızlık maskesi altında faşistleri destekleyerek İspanya Cumhuriyeti’nin faşistlerce adım adım boğulmasını seyrettiler. Bir Halk Cephesi hükümetinin işbaşında olduğu Fransa ise, İspanya’ya silah satmama konusundaki ambargoya uyarken (özellikle savaş uçakları), topraklarından İspanya’ya yapılan örtülü silah sevkiyatlarını görmezden gelerek ambargonun delinmesini sağlıyordu. Fransa, bu savaşta İspanya’nın lojistik alanı olarak rol oynuyordu. Ama Fransız Komünist Partisi’nin o tarihteki gücü düşünüldüğünde, bundan çok daha ilerisi de pekala mümkün olabilirdi.
İspanyol Halk Cephesi hükümeti, faşist generallerin merkezi ve faşist ordunun ana insan gücünün kaynağı olan Fas’ın bağımsızlığını ilan etmeyerek çok büyük bir hata işledi. İspanyol Komünistleri de bu hataya dahildi. (Lenin’in ulusların kaderini tayin hakkını Rusya İç Savaşı’nda etkin bir silah olarak nasıl kullandığı anımsansın.) Komünist Partisi, SSCB’nin de etkisiyle, sol sosyal demokratları ve anarşistleri (ki bu iki parti devrimci işçi ve köylülerle güçlü bağlara sahipti) hükümet gücünden uzaklaştırırken, sağ sosyal demokratlar ve küçük burjuva cumhuriyetçilerin hükümetlerdeki etkisi arttı. Sahada, bu değişime devrimci işçi ve köylüler arasındaki parçalanmaların artması ve cephe gerisinin zayıflaması eşlik etti. “Savaş” görece iyi örgütlenmiş, ama bunun bedeli olarak “Devrim” zayıflatılmış oldu. İspanyol işçi-köylü iktidarının zorla içine sıkıştırıldığı burjuva demokratik biçim ise, hiçbir zaman İngiltere’nin silah ambargosunu kırmaya yetmedi. Devlet biçimi resmiyette ne olursa olsun, İngiltere orada ‘Kızıl İspanya’yı görmeye devam etti.
Burada ayrıntılı biçimde değerlendiremeyeceğimiz, ancak bilançosu komünistler bakımından çok öğretici derslerle dolu olan İspanya İç Savaşı, 1939’da Franco’nun zaferiyle sonuçlandı. Böylece Franco’nun kırk yıllık kanlı diktatörlüğü başlamış oldu. İspanya, Komintern’in Almanya’dan sonraki en önemli yenilgisiydi.
Halk Cephesi politikaları, 1934’te Fransa’da faşizmin iktidara gelmesini engellemiş, İspanya’da komünistlerin de ortak olduğu halkçı-cumhuriyetçi bir hükümetin kurulmasına zemin sağlamış, ancak İspanya İç Savaşı’nda işçi sınıfı ve köylülüğün yenilgi almasına engel olamamıştı.
Ne var ki, Komintern tarafından oluşturulan Halk Cephesi politikaları, 1943’te Komintern’in feshedilmesinden sonra bile rol oynamaya devam etmiştir. Yugoslavya’da, Bulgaristan’da, Çekoslovakya’da, Çin’de vd. devrimlerin zaferini mümkün kılan Halk Cephesi politikaları olmuştur.
Yugoslav Komünist Partisi’nin Alman işgali boyunca izlediği Halk Cephesi taktiği, bütün halkın faşizme ve işgalcilere birleştirilmesi temel çizgisi bakımından tipiktir; ne var ki, Halk Kurtuluş Cephesi’nin aynı zamanda Kralcılara ve Kral tarafından ‘savunma bakanı’ olarak atanan Mihailoviç’in Çetnik birliklerine karşı da savaşması bakımından da atipiktir. Bu çizgi, Komintern yönetici çevrelerinde Yugoslav partisinin tecrit olarak ezilebileceği endişesini doğurmuş, ancak savaşın gidişatı içinde, tersine Mihailoviç tecrit olmuş ve Yugoslavya’da bir federal halk cumhuriyetinin kuruluşu daha savaşın içerisinde güvenceye alınmıştır.
Çin bakımından ise, önceki ara bölümdeki gelişmelere eklenebilecek olan; ÇKP’nin “Çin Sovyet Cumhuriyeti”ni 1937’de feshederek Kuomintang (KMT) liderliğindeki Çin Cumhuriyeti’ni yeniden tanıması ve Japon emperyalizminin işgaline karşı “İkinci Birleşik Cephe”yi ilan etmesidir. Gerçekte bu fesih, daha ziyade sembolik bir anlam taşıyordu, zira Uzun Yürüyüş’ten sonra, gerçekte Yan’an merkezli olarak yeni bir komünist etki bölgesi yaratılmıştı. İkinci Birleşik Cephe, Komintang’ın ÇKP’ye ve Halk Kurtuluş Ordusu’na saldırılarını ve ÇKP’nin bunlara verdiği yanıtları engellemedi. 1937’de başlayan bu süreç, Ocak 1941’de KMT-ÇKP arasında büyük çatışmalarla[vii] son buldu. Ne var ki, KMT de ÇKP de Japon işgali süresince iç mücadeleyi ikinci planda tutarak, Japon işgali sonrası için alan tutmaya çalıştı.
Japon işgaline karşı mücadeleyi birinci önceliğe çekmek Çin Komünist Partisi’ni yeniden uzun bir gelişme sürecine soktu. Japon işgali sona erdiğinde Çin Komünist Partisi 1,2 milyonu aşkın bir askeri güce ve 2 milyonluk bir milis gücüne ulaşmıştı. Ülkenin dörtte biri ve nüfusunun üçte biri komünistlerin yönetimindeki kurtarılmış bölgelerde yaşıyordu. Sovyetler’in Japonya’ya savaş açması ve Mançurya’yı ele geçirmesi; ardından bu devasa[viii] ve gelişkin bölgede ÇKP’ye geniş konumlanma imkanları sağlaması ve teslim olan Japon ordusunun silahlarını ÇKP’ye teslim etmesi güç dengelerini devrimden yana daha da değiştirdi. Ne var ki Mao Zedung ve ÇKP, Japon işgali sonrasında Komintang’la hızla köprüleri atmak yerine Sovyet telkinlerine uyarak bir müzakere süreci başlattı. Ağustos 1945’te bizzat Çan Kay Şek (Jiang Jieshi) ve Mao Zedung’un katıldığı müzakereler somut bir sonuç üretmese de ABD ve SSCB tarafından kuvvetle isteniyordu. Bu müzakereler her iki tarafın savaş hazırlıklarını perdeledi. ÇKP geniş kitlelere politik programını açıklamak ve KMT’yi teşhir etmek için müzakereleri bir platform olarak kullandı. ÇKP ve Komintang’ın ortaklaşması, Kızıl ve Beyaz Orduların birleştirilmesi minvalinde yürütülen bu müzakereler, tek bir burjuva demokratik cumhuriyetin kuruluşuna varmadı. Tersine, Komintang, arkasındaki ABD desteğine de güvenerek ÇKP’ye tasfiyeyi dayattı. Mançurya üzerine SSCB ile yaşadığı anlaşmazlıklar da KMT’yi saldırganlaştırdı.
20 Temmuz 1946’da Komintang Kuzey Çin’e 1,6 milyon askerle devasa bir askeri saldırı başlattı. Ancak üç yıl gibi bir süre içerisinde tamamen yenilerek Tayvan adasına kaçmak zorunda kaldı. 1 Ekim 1949’da (bu yıl 70. yıldönümünü kutladığımız) Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu.
Bulgaristan’da halk devrimi, Kızıl Ordu’nun ülkeye girmesine dahi gerek kalmadan, 9 Eylül 1944 Büyük Antifaşist Ayaklanması ile başarıya ulaştı. Bu tarihten itibaren ülkeyi dört partili bir Vatan Cephesi yönetti. Vatan Cephesi’nin çekirdeğini Çiftçi Birliği’nin sol kanadı ile Komünist Parti oluşturuyordu. Aslında bu bir bakıma, Ekim Devriminin zaferinin ardından Sol SR’lar ile Bolşevikler arasında kurulan koalisyona benziyordu. Ancak Rusya’dakinin aksine bu koalisyon çok uzun ömürlü oldu ve örneğin Bulgaristan’da kolektif çiftlikleri Çiftçi Birliği örgütledi. Dört partili Vatan Cephesi, sadece demokratik halk devrimi sürecinde değil, sosyalist inşa döneminde de iktidarda kalmaya devam etti. Bulgaristan’da Vatan Cephesi’nin oynadığı rolün bir benzerini komünist partisinin zaten çok güçlü olduğu ve kurtuluştan itibaren siyasal hayatı belirlediği[ix] Çekoslovakya’da Ulusal Cephe oynadı.
Kısacası Komintern’in halk cephesi taktikleri, Komintern tasfiye edildikten sonra dahi birçok ülkede siyasal yaşamda etkili olmaya devam etti.
Komintern’in feshedilmesi
Komünist Enternasyonal’in 2. Dünya Savaşı’nın en kanlı dönemlerinden birisinde, 10 Haziran 1943’te birdenbire feshedilmesi, bugün de ateşli tartışmalara sebep olan bir olaydır. Komintern son kongresini 1935 yılında toplamıştı. Fesih kararı bir kongrede alınmadı. Ancak Yürütme Kurulu bu kararı tek başına da almak istemiyordu. Bu amaçla 15 Mayıs 1943’te Komintern üyesi partilere gizli mesajlar gönderilerek KEYK’in tasfiye önerisiyle[x] ilgili ne düşündükleri soruldu.
Karar metninde, Marks ve Engels’in 1. Enternasyonali feshetmesine gönderme yapılarak, “Komünistler, hiç bir zaman gününü doldurmuş örgütsel biçimlerin muhafazasından yana olmadılar.” Karara göre; daha 1935’teki 7. Kongrede “işçi sınıfı hareketinin her ülkenin somut koşullarından ve özelliklerinden kaynaklanan bütün sorunları hakkında verilecek kararlarda, Komünist Partileri’nin iç örgütsel işlerine karışmaktan sakınmanın KEYK için bir kural haline getirilmesi gereği” vurgulanmıştı. ABD Komünist Partisi’nin Komintern’den resmen ayrılması kararı, Kasım 1940’ta bu çerçevede kabul edilmişti.
Kararla birlikte Komünist Partileri korunuyor, ama bu partilerin Komintern’e bağlılığı, onun kararlarına uyma zorunluluğu kaldırılıyordu.
Komintern seksiyonlarının “en önemlileri”[xi] tarafından onaylanan ve hiçbir seksiyon tarafından itiraz edilmeyen bu tasarı, oybirliği ile kabul edilmiş sayıldı. Oysa, Komintern’in 60 seksiyonundan 35 seksiyon (yarısından fazlası) görüş bildirmemiş veya bildirememişti. Bunlar arasında Asya, Afrika kıtalarının sömürge ülkelerinin KP’leri ağırlıktaydı. Kaldı ki, Komintern’in kapatılması kararı daha seksiyonlardan görüş alma süreci tamamlanmadan yayınlanmış ve dünyaya ilan edilmişti bile[xii]. Neticede, işletilen görüş alma süreci, Komintern’in bir oldubitti ile feshedildiği gerçeğinin üstünü bir çoğunluk kararı görüntüsüyle örtmekten başka bir şey değildi.
Ancak diğer yandan, özellikle ileri kapitalist ülkelerdeki Komünist Partilerinin bu kararla hiçbir sorunu olmadığı, dahası kararı coşku ile karşıladıkları bir başka gerçektir. Bunu, Komintern’in aşırı merkeziyetçi yapısının bu partilerin ulusal siyasal yaşam içinde edindikleri yer ile artık bağdaşmaz hale gelmesi ile açıklayabiliriz. Bu durum, örneğin, ABD Komünist Partisi’ni daha Komintern feshedilmeden Komintern’den ‘resmen’ ayrılmaya itmişti[xiii]. Örneğin 1943 kararını imzalayanlardan İtalyan Komünist Partisi lideri Togliatti, 1959’da daha 1934’ten itibaren “liderlik görevini tek bir merkezden sürdürmeyi düşünmenin olanaksız ve hatta anlamsız” olduğunu ileri sürdü.
Zaten 1935’ten itibaren Komintern’in sıkı merkezi yönetiminden uzaklaşan Mao Zedung liderliğindeki Çin Komünist Partisi’nin de kararı olumlaması beklenebilecek bir şeydi. ÇKP Merkez Komitesi, Komintern’in tarihsel rolünü tamamladığı fikrindeydi. Artık uluslararası bir merkeze gerek yoktu. “Her ülkedeki iç durumun ve uluslararası durumun daha karmaşık hale geldiği gerçeğine bağlı olarak, başlangıçtaki bu örgütsel biçim, farklı ülkelerdeki işçi hareketinin daha ileriye gitmesine artık uygun düşmemektedir. Mevcut koşullar altında Komintern’in tasfiyesinin faydası, varlığını sürdürmesinden daha ağır basmaktadır.” Tıpkı 1. Enternasyonal’in Marx tarafından tasfiyesinin ardından farklı ülkelerde işçi hareketinin güçlenerek gelişmesi gibi, “3. Enternasyonal’in lağvedilmesi ile de dünya çapında antifaşist savaşın zaferi ve insanlığın kurtuluşu şüphesiz yakınlaşacaktır.” Fesih kararı ile ilgili olarak ÇKP kadrolarına rapor sunan Mao Zedung da “Bugün ihtiyaç duyulan, farklı ülkelerdeki ulusal komünist partilerinin güçlendirilmesidir. Bu uluslararası liderlik merkezi artık gerekli değildir” diyordu.[xiv]
Hiç kuşkusuz, hiçbir örgüt biçimi mutlak olmadığı gibi, belli tarihsel-siyasal şartların da ürünüdür. 1., 2., 3., Enternasyonaller kendi dönemlerinin tarihsel-siyasal şartlarının ve işçi hareketinin aldığı somut görünümlerin bir ifadesidir. Dolayısıyla, enternasyonal örgütlenmeler de zamanını doldurduğunda feshedilebilir. Ancak proletarya enternasyonalizmi ilkesi uyarınca, yerine zamanın şartlarına uyan yenilerinin kurulması gerekir. 3. Enternasyonal’in feshi, enternasyonaller arasındaki süreklilik zincirinin kırıldığı noktadır. Mao’nun da vurguladığı gibi, bu kararla birlikte uluslararası yönetici merkez kaybolmuş, yerini ulusal komünist partileri almıştır.
KEYK tarafından alınan fesih kararında yeni bir enternasyonal ihtiyacından bahsedilmez (Bu o yıllarda taktik bir manevra sayılmıştır). Ne var ki, fiiliyatta da Komintern’in yerine yeni bir enternasyonal kurulmamıştır. 1948’de kurulan Kominform bir haberleşme bürosudur, üye sayısı da iktidardaki komünist partileri ve birkaç Avrupa partisi ile sınırlıdır. Yeni bir enternasyonalin kurulmaması, uluslararası komünist hareketin uzun süren dağılma ve parçalanma döneminin de başlangıcı sayılabilir.
ABD Komünist Partisi’nin başkanı ve Komintern yöneticisi William J. Foster, Komintern’in tarihi üzerine yazdığı kitapta şu önemli tespiti yapar:
“Komintern’in ‘mevcut haliyle’ eskimiş hale gelmesine yol açan temel unsurlardan birisi, Sovyetler Birliği’nin ‘30’lu yılların ortalarında dünya halklarının baş savunucusu olarak öne çıkmasıydı. Bu zamana kadar SSCB genel anlamda savunmadaydı ve dünya kavgasını Komintern yönetiyordu.” (Foster, 1955: 451)
Bu şartlar, SBKP’nin Komintern’i ‘yutmasını’ getirdi. Gerçekte 1943’ten sonra ‘enternasyonal’ ilişkiler, SBKP’nin uluslararası bürosunca yönetildi. Komünist partilerin uluslararası birleşik örgütlenmesinin yerini, SSCB’de yapılan yıllık toplantılar aldı. Sosyalist blok içinde ilerleyen yıllarda meydana gelecek kopuşmalar (SSCB-Çin, Çin-Arnavutluk) her bir ülkenin kendi partiler platformunu kurmasına götürdü. Dünya devrimine yönelik bütün iddialarına rağmen, örneğin Çin Komünist Partisi de 1960’larda yeni bir enternasyonal örgütlemeye girişmedi. Nihayet Doğu Avrupa halk demokrasilerinin ve sosyalist Arnavutluk’un çöküşü, SSCB’nin dağıtılması, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kapitalizme rücu etmesi ile birlikte, bu uluslararası birlik formu da dağıldı. Halen revizyonist partilerin yıllık toplantıları gerçekleşmekte, ancak bu toplantılar beş benzemezi buluşturmaktadır.[xv] Maoist grupların iki ayrı enternasyonal birliği, eski Arnavutluk Emek Partisi çevresindeki partilerin ağırlığını oluşturduğu ‘Quito grubu’ ve daha ziyade politik eylem birliğine yönelik enternasyonal girişimler olarak Devrimci Partilerin Uluslararası Koordinasyonu (ICOR) ve Halkların Uluslararası Mücadele Ligi (ILPS)’den söz edilebilir.
Komintern’in fesih kararının anti-Hitler emperyalist güçlere verilmiş bir taviz olduğu kuşkusuzdur.
Stalin, Komintern’in resmi fesih kararı alınmadan bir süre önce Reuters ajansına verdiği röportajda[xvi], bu fesih kararının “son derece uygun ve zamanlı” olduğunu, “çünkü bütün özgürlüksever ulusların ortak düşmana –Hitlerizme– karşı ortak hücumunu kolaylaştırdığını” söylemişti. Böylece artık Hitlercilerin, Moskova’nın diğer ulusların yaşamlarına müdahale ederek onları Bolşevikleştirmeye çalıştığı “yalanına” bir son nokta konulmuş oluyordu.
Foster da, fesih kararının, Avrupa’da ikinci savaş cephesinin açılmasına yol açtığını yazmıştır (O tarihe kadar Alman ordusuna karşı savaşın bütün yükü Doğu cephesinin, yani Sovyetler Birliğinin üzerindeydi):
“Bu tarihsel kararın ikinci cephenin açılması için verilen savaşın en can alıcı anında alınmış olması anlamlıdır. Çabuk ve kesin bir zafer için bu cepheye büyük ihtiyaç vardı; fakat Batılı gericiler (Goebbels’in Komintern hakkındaki yalanlarına da inanıyorlardı) bunu engelliyorlardı. Kuşku yok ki Komintern’in kapatılmasının bütün burjuva dünyasına verdiği olumlu izlenim bu öldürücü tıkanıklığın açılmasına çok kesin biçimde yardımcı oldu. Bundan sadece birkaç ay sonra (Kasım-Aralık 1943’te) meşhur Tahran konferansı toplandı ve burada, ikinci cephenin tarihi nihayet kararlaştırıldı.”[xvii]
Demek ki, SSCB, Komintern’in feshi ile ABD-Britanya emperyalizmine bir taviz vermiş, ABD-Britanya emperyalizmi ise ikinci cepheyi açarak sosyalist SSCB’ye bir taviz vermişti. Hiç kuşkusuz, Komintern’in tasfiyesi çok daha büyük bir tavizdi. Ama yine de emperyalizmi dünya devrimi korkusundan kurtaramadı.
2. Dünya Savaşı’nın sonunda SSCB’nin ve uluslararası komünist hareketin büyük bir zafer elde etmesi, pek çok ülkede halkçı demokratik devrimlerin ve peşi sıra sosyalist devrimlerin gerçekleşmesi, sosyalist bloğun dünyanın üçte birini kapsar genişliğe ulaşması, yeni bir dönemi, “çok ülkede sosyalizm” dönemini başlattı. Ancak bu yeni döneme uygun yeni tipte enternasyonal örgütlenmelerin gerek partiler arasında, gerekse devletler arasında geliştirilememesi, dahası uluslararası komünist hareketin bu dönemde giderek artan dağılma, parçalanma eğilimine girmesi, Soğuk Savaş’ın emperyalizmin galibiyetiyle noktalanmasının temel nedenlerinden birisiydi.
Kavgamız enternasyonaldir
Bugün, kapitalizmin varoluşsal bunalımı, insanlığı adım adım üçüncü bir dünya savaşına doğru sürüklerken, birinci emperyalist dünya savaşının ateş ve dumanı içerisinde, 100 yıl önce kurulan III. Enternasyonal’in mirasını anımsamanın ve proleter sınıf kavgasının enternasyonal yolunu yeniden kurmanın metodu üzerine düşünmenin zamanıdır.
Her üç enternasyonalin mirası da günceldir. 1. Enternasyonal, işçi hareketini politik bir zeminde kurmuştu. Bugün işçi sınıfının yeniden politik bir sınıf olarak örgütlenmesi günceldir. 2. Enternasyonal Marksist bilimsel sosyalizmi işçi yığınları arasında yaymış ve sosyalist işçi hareketinin mevziler kazanmasını sağlamıştı. Bugün de, SSCB’nin yıkılmasının ardından yaşanan ideolojik kargaşa döneminde, Marksist sosyalizmin işçi yığınları arasında yeniden yaygınlaştırılması gerçek bir görevdir. 3. Enternasyonal ise, kapitalizmi devirerek doğrudan devrimci eylemin enternasyonali olmuştu. Bugün belki de en çok devrimci eylemi geliştirmeye ihtiyaç vardır. Bu bakımdan Komintern’in mirası, doğruları ve yanlışlarıyla muazzam bir deneyim hazinesi sunmaktadır.
DİPNOTLAR
[i] İktidara Giden Yol, çev.: Özlem Altıok, Yazılama Yay. Kitabın ilk cümlesi, aynen şu şekildedir: “Sosyal demokrasinin partisinin DEVRİMCİ bir parti olduğunu dostları da düşmanları da kabul etmektedir.”
[ii] “Bataklığa” karşı mücadele için bir makalenin taslağı (Kautskicilik üzerine notlar), Collected Works, v. 39, p. 31
[iii] Rosa ve Karl’ı sorgulayan ve katleden Freikorps birliğinin komutanı olan Waldemar Pabst, 18 Nisan 1962 tarihli “Der Spiegel” dergisine verdiği röportajda, katliamdan önce sosyal-demokrat bakan Noske ile telefon teması kurduğunu ve Noske ile Ebert’in onayını aldığını belirtmiştir.
[iv] “16. yüzyıl sınırlarına kapatılmış, Karadeniz ve Baltık Deniziyle irtibatı kesilmiş, Güney ve Güney-batı bölgelerinin toprak ve maden zenginliğinden yoksun bırakılmış bir Rusya kolaylıkla ikinci-derecede bir güç konumuna düşebilir. Yeni devletlerin en büyüğü ve en güçlüsü olarak Polonya, kolaylıkla Finlandiya’dan Kafkaslar’a kadar uzanan bir nüfuz alanı elde edebilir” (Pilsudski). Aktaran: Pipes, Richard (1997). Russia under the Bolshevik Regime 1919–1924. Harvill. ISBN 978-1-86046-338-9. Rusya’nın devrimci kargaşalar ile boğuşmasını bir fırsata çevirmeye çalışan Pilsudski, pek ala Polonya’yı emperyalist bir güç haline getirebileceği hayallerini kuruyordu.
[v] Komintern’de Faşizm Tartışmaları, c. 2, sf. 156.
[vi] Age, sf. 152, W. Pieck’in raporu.
[vii] Yeni Dördüncü Ordu olayı (新四軍事件) veya Güney Anhui olayı (皖南事变) olarak anılan bu büyük katliamda, Çan Kay Şek (Jiang Jieshi) liderliğindeki milliyetçi birlikler binlerce komünist gerillayı tuzağa düşürerek katletti. 9 bin kişilik komünist birliklerden sadece 2 bini bu katliamdan sağ kurtulabildi. Katledilenler arasında siyasi komiser Şiang Ying de bulunuyordu. Askeri komutan Ye Ting ise hapsedildi. Çan Kay Şek, katliamın ardından komünist ‘Yeni Dördüncü Ordunun’ lağvedildiğine dair bir kararname yayımladıysa da, kızıl birlikler yeniden örgütlenmeyi başardı. Bu katliam, ÇKP ile KMT arasındaki her türlü işbirliğini noktalayarak, Japon karşıtı direniş savaşının içerisinde bir tür iç savaşın 1945’e kadar devam etmesine yol açtı.
[viii] Mançurya’nın yüzölçümü yaklaşık olarak Türkiye’nin iki katı kadardı (1.554.000 km²).
[ix] “Çekoslovakya’da zor olan devrim değil, onun ertelenmesi idi.” (H. Ripka’dan aktaran F. Claudin, Komintern’den Kominform’a, c. 2, sf. 206)
[x] Bu önergenin tam metni şu şekildeydi: “Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Prezidyumu, dünyanın içinde bulunduğu, bir Komünist Enternasyonal kongresinin toplanmasına olanak vermeyen koşullarda, aşağıdaki öneriyi Komünist Enternasyonal seksiyonlarının onayına sunar: Uluslararası işçi sınıfı hareketinin yönetici merkezi olarak Komünist Enternasyonal feshedilmeli, böylece Komünist Enternasyonal’in seksiyonları Komünist Enternasyonal kongrelerinin içtüzük ve kararlarından çıkan yükümlülüklerinden muaf olmalıdırlar.
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Prezidyumu, Komünist Enternasyonal’in bütün taraftarlarını, işçi sınıfı ve çalışanların can düşmanının – Alman Faşizmi, müttefikleri ve işbirlikçileri – en hızlı biçimde yenilgiye uğratılması için, bütün enerjilerini, anti-Hitler koalisyona dahil halkların ve ülkelerin kurtuluş savaşını candan destekleme ve bu savaşa aktif biçimde katılma üzerinde yoğunlaştırmaya çağırır.”
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Prezidyumu (imzalı) : G. Dimitrov, M. Ercoli, W. Florin, K. Gottwald, V. Kolarov, J. Koplenig, O. Kuusinen, D. Manuilsky, A. Marty, W. Pieck, M. Thorez, A. Jdanov.
Komünist Partileri’nin aşağıdaki temsilcileri de karar metnini imzalamışlardır: Bianco (İtalya) , Dolores İbarruri (İspanya), Lehtinen (Finlandiya), Ana Pauker (Romanya), Matyas Rakosi (Macaristan).
[xi] KEYK ile iletişime geçerek karara dair olumlu görüş bildiren Komintern seksiyonları şunlardı: “Avustralya, Avusturya, Arjantin, Belçika, Bulgaristan, Büyük Britanya, Macaristan, Almanya, İrlanda, İspanya, İtalya, Kanada Komünist Partileri; Katalonya Birleşik Sosyalist Partisi; Çin ve Kolombiya Komünist Partileri; Küba Devrimci Komünist Birliği; Meksika Komünist Partisi; Polonya İşçi Partisi; Romanya, Suriye, Sovyetler Birliği, Uruguay, Finlandiya, Fransa, Çekoslovakya, Şili, İsviçre, İsveç, Yugoslavya, Güney Afrika Birliği Komünist Partileri; ve son olarak (bir seksiyonun bütün haklarına sahip olarak Komünist Enternasyonal’in içinde yer alan) Komünist Gençlik Enternasyonali.
[xii] Komintern’den Kominform’a, c. 1, sf. 24.
[xiii] Bu adımın temel sebebi, uluslararası proleter örgütlenmeyi yasadışı ilan eden Voorhis Yasası (Voorhis Act) idi (Foster: 451) ABD KP resmen Komintern’den ayrılsa da fiilen onun bir seksiyonu olmaya devam etti.
[xiv] Çin Komünist Partisinin KEYK’in Komintern’in fesih önermesine dair kararı, 26 Mayıs 1943 tarihini taşımaktadır ve 27 Mayıs 1943’te Jie-fang Ri-bao‘da (解放 日報, Günlük Kurtuluş gazetesi) yayımlanmıştır. Biz, İngilizce metnine, JPRS tarafından 1978’de yapılan Mao Zedung derlemesinden ulaştık. Mao’nun Komintern’in feshi kararı üzerine sunduğu rapor da bu derlemede yer almaktadır. (sf. 132-139) Link: https://www.marxists.org/reference/archive/mao/works/collected-works-pdf/volume-9.pdf
[xv] Türkiye’den revizyonist TKP’nin katıldığı bu toplantılarda, örneğin, TKP tarafından bile ‘emperyalist bir devlet’ olarak nitelenen Çin’in yönetici partisi ÇKP de katılımcı olarak yer almaktadır.
[xvi] https://www.marxists.org/reference/archive/stalin/works/1943/05/28.htm
[xvii] History of the Three Internationals, sf. 451. Foster’ın kitabında geçen dikkat çekici bir diğer unsur, Komintern’in feshinin ardından uluslararası burjuvazinin, Komünist Partilerinin de feshedilmesine dair bir beklentiye girdiğine ve ABD’de KP liderlerinden Browder’ın bu dönemde partiyi tasfiyeye giriştiğine dair aktarımıdır. Bu dikkatimizi çekti, zira Browder, 1945 sonrasında modern revizyonizmin ilk teorisyeni, Browderizm de modern revizyonizmin ilk biçimi olacaktır. Yine Mao Zedung da, Dimitrov’a yolladığı bir telgrafta, “Komintang, Komintern’in lağvedilmesini kullanarak, Çin Komünist Partisi’nin de tasfiyesi için büyük bir kampanya başlattı” der.
KAYNAKÇA
Lenin, V.I. (1997) Seçme Eserler, cilt 10, İnter Yayınları, Çeviren: Süheyla KAYA, İsmail YARKIN, 1. Baskı, İstanbul
Lenin, V.I. (1976) 3. Enternasyonal Konuşmaları, Koral Yayınları, çev: Cemal Esen
Claudin, F. (1990) Komintern’den Kominform’a, 2 cilt, Belge Yayınları, çev. Yavuz Alogan, 1. Baskı, İstanbul
Foster, W. Z. (1955) History of the Three Internationals, 1955-reprinted 2014, USA.
Fraser, R. (1935) İspanya’nın Kanı / İç Savaş Deneyimi, Belge Yay, çev: Yavuz Alogan.
Komünist Enternasyonal (1991) III. Enternasyonal’de Faşizm Üzerine Tartışmalar, Belgeler, c. I-II, Dönüşüm Yayınları, 1. Basım, çeviren: İsmail Yarkın
Lewerenz, E. (1979) Komünist Enternasyonal’de Faşizmin Tahlili, Sol Yayınları, 2. Basım, Çev.: Yalçın Doğan
Thalheimer, A.; Rosenberg, A.; Bauer, O.; Tasca, A. (2018) Faşizm ve Kapitalizm, Faşizmin Sosyal Kökenleri ve Fonksiyonu Üzerine Teoriler, çev. Rona Serozan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Carr, E. H. Bolşevik Devrimi 1917-1923, c. 3, Metis Yayınları, çev. Tuncay Birkan