Temel Gelir (TG) üzerine tartışmalar yalnızca akademide sürmüyor. Bu fikrin günümüzde uygulamaları var ve yine TG’yi gündemine alan birçok politik girişim bulunuyor. Alaska’da 1980 yılından beri “Kalıcı Fon Kâr Payı” (The Permanent Fund Dividend) adı altında TG benzeri bir yapı işletiliyor ve şu anda her yetişkine yıllık 2072$ veriliyor (Vandevanter, 2017). İngiltere İşçi Partisi’nden John McDonnell, ekibiyle beraber TG fikrini ekonomik programlarının merkezine koyma üzerine çalıştıklarını bu yıl içerisinde belirtmişti. “Fransız Corbyn” olarak adlandırılan Fransa milli eğitim bakanı sosyalist Benoît Hamon ise başkan seçilmesi durumunda TG sözü vermişti. TG, Hindistan için de bir alternatif olarak tartışılıyor (Booth, 2017).
TG içeren ekonomik ve sosyal politikalar, Kanada, Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde kurulma aşamasında. İsviçre’de 5 Haziran 2016’da yapılan referandum sonucu, yıllık 30.000 İsviçre Frangı TG verilmesi talebi %23 kabul oyuna karşılık %77 ret oyu ile reddedildi. İngiltere’de de TG talebi İşçi Partisi ve Yeşiller’in önderliğinde geniş yankı bulmuş durumda. Solda yine yazarlar Nick Srnicek ve Alex Williams Inventing the Future: Postcapitalism and a World Without Work kitabında tam otomasyon koşullarında proletaryaya bir işe bağlı olmadan geçim araçları sağlaması nedeniyle temel geliri savunmaktalar. TG, Endüstri 4.0, tam otomasyon sistemleri ve yapay zekâ konuları Davos’ta gerçekleşen Dünya Ekonomik Forumu’nda da son iki senedir ciddi biçimde tartışılıyor.
TG ve Endüstri 4.0 dünyada ve uluslararası akademide gündemi meşgul eder, tartışmalara neden olurken bu kavramlar Türkiye devrimci hareketi içerisinde de bir süredir oldukça ufuk açıcı bir biçimde tartışılıyor.1 TÜSİAD ve diğer sermaye grupları endüstri devrimini bir numara geriden takip eden Türkiye’de maddi koşulları gerçekleşmemiş bu üretim biçiminin reklamını yapıp ortalığa heyecan saladursun, biz stratejilerimizi belirlemek için resme farklı ve daha geniş bir çerçeveden bakmaya çalışalım.
Makinelerin Kapitalist Kullanımı ve İşsizlik
İşçinin sömürülmesi yoluyla artık değerden gelen kâr, kapitalizmin itici dürtüsü ve kapitalist üretim biçiminin amacıdır. Bu nedenle işgücünü mümkün olduğunca fazla sömürüp buradan kâr elde etmeye, artık emek-zaman içerisinde mümkün olduğunca fazla artık-ürün ürettirmeye çalışır. Bunu yapmanın iki yolu vardır: (i) mutlak artı-değerin arttırılması (işgününün uzatılması vasıtasıyla artık emek-zamanın arttırılması) ve (ii) göreli artık-değerin arttırılması (üretimin yoğunlaştırılması vasıtasıyla zorunlu emek-zamanın kısaltılması). İşgünü uzunluğunun fiziksel ve manevi sınırlara dayandığı noktada kapitalist, göreli artık-değeri arttırmaya çalışır. Üretimde makinelerin kullanımı, hem üretilen ürün miktarını (hem birim zamanda üretilen ürün miktarını hem de makinelerin 7/24 çalıştırılması sonucu toplam ürün miktarını) arttırır hem de işçinin yeniden üretim süreci için ihtiyaç duyduğu geçim maddelerinin daha kısa zamanda üretilmesini sağlayarak zorunlu emek-zamanı kısaltır, göreli artık-değeri arttırır. Makinelerin daha fazla kapasitede işi daha az işçiyle yapabilmesi, sermayenin organik bileşimini2 arttırır ve ürünün birim maliyetini düşürür. Daha düşük fiyatlı ürünlerle pazarı domine ederek zenginleşme arzusu, kapitalisti diğer kapitalistleri saf dışı bırakmaya iter. Bu da rekabete sebep olur. Yani makineleşme, (i) kapitalist-işçi ilişkisinde artık emek-zamanı arttırarak artık değer oranını, yani kâr oranını arttırır. Dolayısıyla makinelerin üretimde kullanılmasıyla bir işçiden elde edilen artık değer oranı arttığı için işçi sayısı sabit kaldığında artık değer kütlesi, yani kapitalistin toplam kârı artar. Diğer yandan, artık değer oranındaki artış, işçi sayısındaki azalmadan daha fazla arttığında yine artık değer kütlesi artar. (ii) Kapitalist-kapitalist ilişkisinde ise kapitalist, diğer kapitalistlerle rekabet halindedir. Daha fazla kâr elde etmek için ürününü diğer üreticilerden daha ucuza mal ederek muadillerinin değerinin altında bir fiyattan ama maksimum kâr ile satmaya çalışır. Bu nedenle makineleşme, -bir süre için- teknolojiyi ilk kullanan ve ürününü toplumsal maliyetinin altında mal eden kapitalistin, ürününü rakiplerinden daha fazla kârla satabilmesini sağlar. Ancak, kapitalistler arasındaki rekabet, diğer kapitalistlerin de makineli üretimde ilerlemesi ve maliyetlerin eşitlenmesi ile bir süre sonra dengeye ulaşır. Önceki kapitalist, zamanla pazardaki avantajını kaybeder ve kâr oranı düşer. Bu nedenle bütün kapitalistler en üstün teknolojiyi ilk önce kullanmaya çalışırlar. Ancak makinelerdeki her gelişme, kapitalist üretim biçimi altında, bu makinelerin işe koşulduğu alandaki işçi sayısını düşürür –makine, doğası gereği, yapacağı iş için gerekli olan işgücünü düşürür.
Marx için işsizlik ne yalnızca kapitalistlerin işgücü ücretlerini düşük tutmak için kullandığı stratejik bir araç olarak “yedek işgücü ordusu” ne de tam istihdamı imkânsız kılacak bir “artık nüfus”tur. Makineler, kapitalist üretim biçimi altında daha az maliyetle daha fazla artık değer sömürebilme kapasitesine sahip oldukları için kapitalistler tarafından tercih edilirler. Sermayenin organik bileşiminin yükselmesi, rekabet koşulları altında kâr oranlarında bir düşüşe sebep olur. Bundan dolayı kapitalizm, (i) sermayeyi genişletebileceği yeterli pazar ve üretim araçları kapasitesine sahip olduğu sürece kârını arttırmak için işçi istihdam eder (işçi sayısını kâr oranındaki azalmadan daha hızlı arttırarak artık değer kütlesini arttırır). Sadece işgücü ücretlerini düşük tutmak için elinde bulunan üretim araçlarını atıl bir vaziyette çürümeye terk etmez. Ancak üretim kapasitesinin arttırılması ve istihdam, hem ücretlerde hem üretimde artışa, iç pazar doyuma ulaştığında ise aşırı üretim krizine sebep olur. Aşırı üretim krizini aşmak için aşırı üretim mallarının tüketimini sağlamak zorunda olan sermaye, dış pazar arayışına yönelir. (ii) Pazarların az çok belirlendiği günümüzde ise düşen kâr oranlarını arttırmak isteyen sermaye, üretimi değil (çünkü üretimin arttırılması aşırı üretim krizine sebep olacaktır) sermayenin organik bileşimini rakiplerinden daha hızlı arttırarak muadillerinden daha düşük maliyetle üretim yapma ve diferansiyel (ekstra) bir kâr elde etme eğilimindedir. Bunun sonucunda da değişken sermayeyi azaltarak sabit sermayeyi arttırır: İşgününü uzatır (mutlak artı-değeri arttırır), üretkenliği arttırır (göreli artık değeri-arttırır), dış pazarlardan daha düşük maliyetli işçi çeker ya da işçi çıkartır. İşgününün ve düşük maliyetli işgücünün sınıra dayandığı durumda ise makineler ile üretkenliği arttırırken bununla birlikte işçi çıkartır.
Makinelerin işsiz bıraktığı işçiler için yeni iş alanları açılıp istihdam sağlanamadığı durumlarda işsizlik oranları artar. Teknolojik gelişmeyi üretime uygulayarak rakip üreticilerden daha az maliyetli üretim sağlama, böylece rekabette bir adım önde olup daha fazla kâr elde etme ve artık değer sömürü oranını arttırma, kapitalist kâr dürtüsünün sonuçlarıdır ve buna da işsizlik eşlik eder. Teknolojik gelişmenin bazı işleri tarihe karıştırıp, bazı iş kollarında makineleşmeye yol açtığını ve böylece insanları işsizleştirirken yeni işler de yarattığını ileri süren tez, teknolojinin tüm iş kollarında uygulanabilme kapasitesine sahip olması dolayısıyla pek de savunulabilir görünmüyor. Otomasyon teknolojileri ve yapay zekânın gelişimi ise tüm üretim alanlarında zorunlu bir makineleşme eğilimi olduğunu gösteriyor. Yakın tarihli bir araştırmaya göre (Grace vd., 2017) çeviri yapma, basit algoritmaları kodlama, makale ve kitap yazma gibi etkinlikler yapay zekâ tarafından çok da uzak olmayan bir gelecekte gerçekleştiriliyor olacak. Yine aynı çalışmada %50 ihtimalle 45 sene içerisinde yapay zekânın tüm insan etkinliklerini daha iyi yapabileceği, 120 yıl içindeyse tüm mesleklerde otomasyona geçileceği öngörülüyor. Ancak işçileri işsiz bırakan makineler değil, makinelerin kapitalist kullanımıdır. Çünkü makineler, emek araçları olarak kendilerinde içkin bir değer bulundurmazlar. Zaten Marx da “makine kırıcılar” olarak bilinen Luddistlerin makineleri kırmalarını, onların, makine ile makinenin kapitalistçe kullanımı arasındaki farkı görememelerinin bir sonucu olduğunu belirtir (Marx, 2013: 409). İşsizlik sorunun kaynağında ne makineleşme ne de teknolojik gelişme vardır ona göre. Sorun, makinelerin kapitalistçe kullanımıdır. Sorun, maddi üretim araçlarının kendileri değil, bu üretim araçlarının toplumsal sömürü aracı olarak kullanılmalarıdır.
Temel Gelir ve Kapitalizmin Krizi
TG ise temelde teknolojik gelişme sonucunda üretimde makinelerin kullanılmasıyla ortaya çıkan işsizlik sorununa çözüm bulma iddiasıyla ortaya atılmış, dağıtım temelinde bir toplumsal adalet teorisidir. TG’nin önde gelen teorisyenlerinden Philippe Van Parijs, TEDx konuşmasına (TEDx Talks, 2016) 1982 yılında kafasında, “uykularını kaçıran” iki problem, “iki kâbus” olduğunu dile getirerek başlar: işsizlik ve (bizi köleleştirdiğini kabul ettiği) kapitalizm. Temel Gelir (Basic Income – BI) ya da henüz evrenselliği düşünülmediği için kullanılmasının doğru olmadığını düşündüğüm bir diğer adıyla Evrensel Temel Gelir (Universal Basic Income – UBI), bu iki soruna da bulduğu çözümdür. TG, koşulsuz bir biçimde tüm vatandaşlara, başka işlerde çalışıyor olsalar dahi verilecek olan gelirdir. Tüketim ya da kullanım maddesi biçiminde değil, nakit olarak düzenli periyotlarla devlet, federasyon ya da ülkeler birliği gibi bir politik topluluk tarafından topluluğun tüm üyelerine, gelir durumuna ve mevcut çalışma performansına, çalışıyor ya da çalışmak istiyor olup olmamasına bakılmaksızın ödenen bir ücrettir. Bu ücret, haneye değil, bireylere ödenir ve bir haktır (Van Parijs, 2000; 2004).
Kapitalizmin hareket yasalarının sonucu, sermayeyi oluşturan canlı emek oranının azalarak ölü emek oranının artması ve akabinde kâr oranlarının düşme eğilimidir. Bu süreç de makineleşmede kendini gösterir. Kapitalist kâr hırsı, üretimi arttırmak ve maliyetleri düşürmek için makineleşmeye ve işçi çıkartılmasına yol açar, ancak işsiz kalan kitlenin bu nedenle bir gelirden yoksun olmaları nedeniyle sermaye, üretim çıktılarını satmakta zorlanır ve bu da aşırı üretim krizine sebep olur. Aynı zamanda üretimde makinelerin yaygın kullanımı dolayısıyla işsizliğin artmasıyla birlikte işçilerin büyük bir bölümü, belirli bir yaşam standardının altında yaşamaya mahkûm edildiğinde toplumsal zenginliğin ellerinde toplandığı sermaye sahiplerine karşı tehdit olabilecek bir kitle oluşmuş olur. Bu kitle, yoksulluğun eşlik ettiği bir eğilimle topluma, zenginlere ya da hükümete yönelik bir ayaklanma potansiyelini barındırır. TG, (i) bir yandan aşırı üretim krizini aşmak için herkese iş karşılığı olmadan -çünkü işler, makinelerin işe koşulması nedeniyle ortadan kalkmıştır ve bir iş karşılığı para kazanılmamaktadır- verilen para ile dolaşımın sürekliliğini, diğer yandan (ii) yine makineleşme sonucu ortaya çıkan işsizlerin, zenginliğe sahip olanların ellerinde biriken sermayeyi bir ayaklanma ile sermaye sahiplerinin ellerinden almalarının önüne geçilmesini sağlar. Sürekli kriz halindeki kapitalizm, bir sonraki muhtemel darboğazını yaşarken açığa çıkacak olan aşırı üretim krizini tüketim için gerekli paranın TG ile topluma dağıtılması aracılığıyla aşar, çünkü toplumun tüketim kapasitesi işsizliğin sebep olduğu gelir yoksunluğundan kaynaklı azalmıştır. Böylece aşırı üretim malları tüketilirken dolaşımın sürekliliği sağlanmış olur. Diğer bir risk ise işsiz kalan kitlelerin artan eşitsizlik ve sömürüye karşı anti-kapitalist bir ayaklanma içine girmeleri ya da en azından bu sebeplerle devlet ve sermaye tarafından kontrol edilemez duruma gelmeleridir. TG bu nedenle, kitlelerin kapitalist sisteme entegrasyonunun ve kontrol edilebilirliğinin sürekliliğini sağlayacak sacayaklardan biridir.
TG’nin işçi sınıfı eylemleri ve işçi sınıfının sermayeye dayatmaları sonucunda kapitalistlerden koparılmış bir kazanım olduğunu söylemek için elimizde herhangi bir veri yok. İşçi sınıfı TG tartışmalarının ortaya çıkma sürecinde böyle bir talepte bulunmamıştır. Ayrıca işçi sınıfı, böyle bir taleple ortaya çıkacak biçimde de örgütlenmemiştir. İşçi sınıfında artan işsizlik, 1930’larda olduğu gibi bugün de faşist ve neo-popülist hareketlerin başlıca kitle tabanını oluşturuyor ve bu açıdan da işçi sınıfının mevcut konumu, kendisi için çok ciddi bir tehdit teşkil ediyor. Dolayısıyla TG, işçi sınıfının sermayeyi sıkıştırmasıyla elde ettiği bir kazanım değil, sermayenin kendi krizini aşma yöntemidir. Bu krizi hem aşırı üretim krizini aşarak hem de işsizliğin muhtemel bir başkaldırısını önleyerek aşar. Hiçbir kapitalizm karşıtı hareket/girişim/yöntem ise kapitalizmin krizini aşma aracı olamaz.3 Bu nedenle TG, kapitalizme karşı değil, kapitalizmin yanındadır.
Eşitsizlik
İsteyenlerin bir işte çalışıp istemeyenlerin çalışmadığı ve TG’nin uygulandığı bir toplumda, zengine ve yoksula, kapitaliste ve işsize eşit miktarda TG ödenmesi, gelir eşitsizliğinde bir değişiklik yaratmayacaktır. Çok sık söylendiği gibi, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin servetinin kalan yüzde 99’luk kesimin servetinin toplamına eşit olmasında (Url-1, 2016) açığa çıkan eşitsizliğe yönelik bir vaadi de yoktur TG’nin. Ya da Çin’in “modern sosyalizm”inde görülen ülkenin en zengin yüzde 1’inin ülkenin toplam gelirinin yüzde 30’undan fazlasını elinde tutarken en yoksul yüzde 25’in bu gelirin yüzde 1’inden pay almasına (Sağlam, 2017) yönelik bir iyileştirme potansiyeli de yok. Zaten son 40 yılda eşitsizliği ortadan kaldırma ve sosyal güvenlik odaklı politik mücadeleler, yoksullukla mücadeleye dönüşmüştür (Zamora, 2014), yani gelir grupları arasındaki eşitsizlikleri azaltma amacından toplumun en dezavantajlı kesimine bir asgari geçimlik sunabilme amacına. Neoliberal politikaların bir sonucu olan bu durum, sosyal güvenliğin ve işçi sınıfı örgütlerinin meşruiyetinin altının oyulmasıyla birlikte gelmiştir. Ancak eşitsizlikle mücadeleden vazgeçme, bir anlamda bizleri özgürlük arayışından da uzaklaştırmıştır. Toplumsal özgürlük, eşitlik fikrinden bağımsız düşünülemez. Bu eşitlik, liberalizmin yasalar önünde ve soyutlamada her bireyin eşit haklara, eşit özgürlüğe, fırsat eşitliğine sahip olması biçiminde tanımlanabilecek formel bir eşitlik değil, maddi ve toplumsal koşullara dayanan bir eşitliktir. Basitçe ve açıkça, temel ihtiyaçları karşılanmayan, yani yeterli beslenme, giyinme, barınma, eğitim, sağlık olanaklarına sahip olmayan insanlar, toplumsal ve politik hayata katılamaz ya da katılmakta güçlük çekerler. Hatta insanların sahip olduğu ve onların özgürleşmesini sağlayacak kaynaklar tamamen piyasanın insafına bırakıldığı durumda temel ihtiyaçları karşılansa dahi bu toplum bir eşitler toplumu sayılmayacaktır (Scheffler, 2003: 23-24). Bölüşümdeki bu eşitsizlik, toplumsal ve politik ilişkilerde de iktidar ve statü eşitsizliğine sebep olur. Bu eşitsizlik ve sebep olacağı tahakküm de özgürlüğün önündeki en büyük engeldir. Kapitalist ve işçi arasındaki ekonomik eşitsizlik ve tahakküm ilişkisi, toplumsal ve siyasal alanda da bir eşitsizlik ve tahakküm yaratır. Bunu görebilmek için dahi olmaya gerek yok. Dolayısıyla TG’nin özgürlük kavrayışı, temel ihtiyaçları bile karşılaması gerekmeyen, geçimlik seviyesinde bir indirgemedir. TG için “gerçek özgürlük” ile özgürlüksüzlük arasındaki fark geçimlik kadardır ve kapitalist sınıfın temellük ettiği tüm zenginlik, politik ve toplumsal iktidar açıklamasızdır. Ama eğer özgürlük geçimlikten daha fazlası ise, zenginliğin, toplumsal ve politik güç eşitsizliğinin yarattığı tahakkümün dayatmalarından özgürleşmeyi de içeriyorsa, o zaman TG için bu tür eşitsizlikler anlamsızdır çünkü TG, eşitsizliği göz ardı ederek özgürlüğü asgari geçimlikte arar.
TG’nin eşitsizliğe karşı duyarsızlığı, makineleşme sürecinde ve kapitalizmin tarihi boyunca olduğu gibi, gelir eşitsizliğini arttırmaya devam edecekken bu eşitsizlik sadece ulusal sınırlarla sınırlı da kalmayacak. Tam otomasyon süreçlerinin üretimde kullanılmasıyla üretim maliyetleri düşecek ve dolayısıya metaların fiyatları da aynı ya da benzer gelişmişlikte üretim araçlarına sahip olmayan üreticilerin ürünlerinin çok altında olacaktır. Kapitalizmin iç diyalektiği onu kendi sınırlarının ötesine, ya onun aşırı üretim ürünlerinin bulunmadığı/eksik olduğu ya da endüstriyel gelişmişlik seviyesinin geride kaldığı topraklarda pazar aramaya iter ki bu kendini varlığını sürdürmesinin zorunlu aracıdır. Endüstri 4.0’a geçişte başı çeken ülkeler, ellerindeki aşırı üretim ürünlerini ulusal sınırları içinde TG aracılığıyla tükettirebilecekleri gibi bir başka tüketim kanalı da dış pazarlar olacaktır. Endüstri 4.0’a geçememiş birçok ülkenin metaları, düşük maliyetle üretilmiş metalar karşısında dayanamayacak ve böylece emperyalizmde yeni bir aşamayla, tam otomasyon ürünü metaların dünya pazarını domine etme dönemiyle karşılaşacağız gibi görünüyor ki bu da uluslar arasında yine bir emperyal-sömürge ilişkisi yaratacaktır. Ayrıca bu sömürgelerden elde edilecek gelir, TG’nin bütçesine değil, tam otomasyonlu üretim yapan şirketlerin sermayesine katılacaktır. Diğer bir yandan otomasyonlu üretime geçiş nedeniyle boşa çıkan üretim araçları hurdaya çıkarılmayacak ya da kıyılmayacak ama bir önceki endüstri devriminin ürünü bu araçlar üretici güçleri nispeten gelişmemiş olan ülkelerin burjuvazisine satılarak değerlendirilebilecektir. Tam otomasyonlu üretime geçen kapitalist, her açıdan kazanacaktır.
Motivasyon
Pekiyi tüm bunlara rağmen üretici güçlerdeki bu değişimin yol açacağı krizin etkilerini avantaja çevirmek ve kendi krizini aşmak için sermaye tarafından ortaya atılan, radikal bir dönüşüm değil ancak kapitalizmin reformasyonundan ibaret olan TG’yi bizler için bu kadar makul kılan şey nedir? Neden ilk bakışta her kesimden birçok kişi TG’ye sempatiyle yaklaşıyor ve onu onaylıyor, “olsa ne de güzel olur,” diyor? Nasıl oluyor da eşitsizliği, artan gelir uçurumunu, özgürlüksüzlüğü ve yabancılaşmayı yaratan sömürü düzenini ortadan kaldırmak için uğraşırken bir asgari geçim desteği toplumsal adalet ve özgürlük perspektifimizi belirler oldu? İngiltere örneğine bakacak olursak İngiliz işçi sınıfının beşte birinden fazlası, yani 7 milyondan fazla işçi güvencesiz olarak çalışıyor; 2006’dan beri sıfır-saat sözleşmesi4 ile çalışan işçi sayısı 750 bin arttı ve 200 binden fazla işçi geçici sözleşmelerle çalışıyor; 2.5 milyon yetişkin en az ayda bir kez online-mobil platformlar üzerinden çalışıyor ve 1.2 milyona yakını aylık gelirinin yarısından fazlasını bu şekilde kazanıyor; insanların büyük ve giderek artan bir kesimi birden fazla işle geçimini sağlıyor ve çoğu durumda sabit bir iş kavramı insanlara garip gelmeye başladı; birçok insan, bugün çalışmadığı takdirde yarın ne olacağını bilemiyor (Huws, 2016). Türkiye’de ve neredeyse tüm dünyada aynı şekilde kendini gösteren bir güvencesizlik, işsizlik, yoksulluk, bıkkınlık, umutsuzluk, belirsizlik, gelecek kaygısı dalgası tüm benlikleri sarmalamış durumda. Kapitalizmin özellikle 1980 sonrası uygulamaları toplumsal ve bireysel ilişkileri bu duygularla doldurdu. TG’ye yönelik motivasyonun kaynağı bu kederli duygulardır ve bu yüzden de TG insanlara çekici gelmektedir.
TG’ye Anti-Kapitalist Alternatif: Kısa İşgünü
Pekiyi hem özgürleşme çabasına katkıda bulunacak, hem de TG’ye alternatif olabilecek bir talep ne olabilir? Bizim taleplerimizi mücadelemiz şekillendirir ve eğer anti-kapitalist bir mücadeleden bahsediyorsak taleplerimiz kapitalizmi güçlendirecek yöntemleri desteklemek değil, hem kapitalizmi zayıflatacak, hem de işçi sınıfının durumunu ve konumunu iyileştirecek, onun mücadelesini güçlendirecek talepler olmalıdır. Ücretler düşürülmeden çalışma saatlerinin düşürülmesini “maliyetleri arttıracağı” (Van Parijs, 2000) –elbette ki bu kapitalist için maliyettir- için kabul etmeyen bir TG fikri temelde işçi sınıfının durumunun düzeltilmesi ya da toplumsal adaletin ve özgürlüğün sağlanması şiarıyla hareket eden bir program değil, gösterdiğim gibi kapitalistlerin krizlerini aşma yöntemidir. Bir ihtimal işçi sınıfına faydası olsa olsa sermaye krizini aşarken bunun bir yan etkisi olabilecektir ki o da miktarı belli olmayan bir TG karşılığında artan işsizlik, budanan sosyal haklar ve büyük ihtimalle düşecek ücretler olacaktır.5 Bunun yerine, işçi sınıfının durumunu mutlak surette iyileştirecek olup ona serbest zaman sağlayacak ve sermayenin temellük ettiği artık değer oranını da düşürerek anti-kapitalist mücadelede kapitalistlerin gücünü azaltacak alternatif bir talep olarak ücretler düşürülmeden çalışma saatlerinin düşürülmesi savunulabilir. Bu yöntem, işsizliği yumuşatmak yerine işsizliği ortadan kaldırırken sermayeyi zayıflatacak, işçi sınıfını güçlendirecek bir yöntemdir. İşten atılmaların yasaklanması, ısrarla işten atmalara devam eden şirketlerin devletçe kamulaştırılması, bu şirketlerden muhasebe defterlerini açmasının istenmesi (işyerlerinde işçi denetimi), mevcut işlerin işçiler ve işsizler arasında bölüşülmesiyle ücretler düşürülmeden çalışma saatlerinin azaltılması, “eşel mobil” sistemiyle ücretlerin enflasyona karşı korunması, devletin işsizlere kamu işleri sağlaması, vb. gibi işsizliği ortadan kaldırmaya yönelik fikirler savunulabilir. Ekim ayında Arjantin’de gerçekleşen seçimlerde Frente de Izquierda y los Trabajadores (FIT) isimli sol blok bu tür taleplerle 1.2 milyondan fazla oy aldı. Bunlar, güçlü bir işçi sınıfının örgütlenmesinde motivasyon kaynağı olabilecek sermaye karşıtı taleplerdir. Dolayısıyla TG gibi sermayenin krizini aşmak için kullandığı, güzelce ambalajlayıp sattığı yöntemler değil, işçi sınıfının kendisinin sermayeyi zorlayacak, krizlerini görünür kılacak, örgütlü mücadelesini yükseltecek taleplerini desteklemek gerekir.
Sonuç
Tüm bunları düşünürken, işçi sınıfının çıkarına olacak ekonomik ve demokratik talepleri desteklerken ve yönümüzü tayin ederken gerçek özgürlüğün ancak sınıfların ortadan kalktığı bir toplumda gerçekleşebileceğini ve tüm mücadelenin bu amaca yönelik olması gerektiğini bir an bile akıldan çıkarmamak gerekir. İşçi sınıfının da diğer sınıfların da özgürlüğü, gerçek anlamıyla ele alındığında TG gibi bir teklife indirgenebilecek kadar sığ bir özgürlük anlayışı değildir. Ve bu gerçek anlamda özgürlüğe ulaşmanın tek yolu iktidarı aldığımız bir devrimin ardından tüm sınıfların, dolayısıyla siyasal, toplumsal ve ekonomik eşitsizliklerin ortadan kalkacağı komünizmdir. Komünizmin heyulalığı da güncelliği de her sorunun tek gerçek çözümü olmasındadır.
KAYNAKLAR
Booth, A. (2017, Şubat 10). Universal basic income: utopian dream or libertarian nightmare? Marxist.com: https://www.marxist.com/universal-basic-income-utopian-dream-or-libertarian-nightmare.htm adresinden alındı
Grace, K., Salvatier, J., Dafoe, A., Zhang, B., & Evans, O. (2017). When Will AI Exceed Human Performance? Evidence from AI Experts. 1-21. doi:arXiv:1705.08807
Huws, U. (2016, Aralık 14). The key criticisms of basic income, and how to overcome them. https://www.opendemocracy.net/neweconomics/the-key-criticisms-of-basic-income-and-how-to-overcome-them/ adresinden alındı
Marx, K. (2013). Kapital (Cilt I). İstanbul: Yordam Kitap.
Sağlam, M. (2017, Kasım 1). Çin’in ‘modern sosyalizmi’ ne vaat ediyor? Gazete Duvar: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/11/01/cinin-modern-sosyalizmi-ne-vaat-ediyor/ adresinden alındı
Scheffler, S. (2003). What is Egalitarianism? Philosophy & Public Affairs, 5-39.
TEDx Talks. (2016, Ağustos 18). The instrument of freedom | Philippe Van Parijs | TEDxGhent. Youtube: https://www.youtube.com/watch?v=GP4sBGbeF8w adresinden alındı
Url-1. (2016, Ocak 18). Dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin serveti yüzde 99’un toplamına eşit. BBC Türkçe: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160117_oxfam_zengin adresinden alındı
Van Parijs, P. (2000, Ekim 1). A Basic Income for All. bostonreview.net/forum/ubi-van-parijs adresinden alındı
Van Parijs, P. (2004). Basic Income: A Simple and Powerful Idea for the Twenty-First Century. Politics & Society, 32(1), 7-39.
Vandevanter, P. (2017, Ağustos 11). United States: Alaska citizen’s monthly payment means recipients work more, not less. Basic Income Earth Network: http://basicincome.org/news/2017/08/united-states-alaska-citizens-monthly-payment-means-recipients-work-not-less/ adresinden alındı
Zamora, D. (2014, Ekim 12). Can We Criticize Foucault? (Jacobin, Röportaj Yapan) Jacobin: https://www.jacobinmag.com/2014/12/foucault-interview adresinden alındı
NOTLAR
1 İlgili tartışmaya dair yazılar kronolojik olarak şu şekildedir: (i) Akçay, Ü. (2017, Mayıs 29). Sorun kapitalizm, robotlar değil! Başlangıç Dergi: http://baslangicdergi.org/sorun-kapitalizm-robotlar-degil/ (ii) Boratav, K. (2017, Ekim 13). Dünya Emek Havuzu ve Robotlar. Sol.org: http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/dunya-emek-havuzu-ve-robotlar-213236 (iii) Çelik, O. (2017, Ekim 2). Robotlu Üretim ve Temel Yurttaşlık Geliri Projesinin Ekonomi-Politiği. Abstrakt Dergi: http://www.abstraktdergi.net/robotlu-uretim-ve-vatandaslik-geliri-projesinin-ekonomi-politigi/ (iv) Yurttaş, E. (2017, Ekim 20). Yapay Zekâ, Robotlar ve Sınıf Mücadelesi. Dünyanın Yerlileri: http://www.dunyaninyerlileri.com/yapay-zeka-robotlar-ve-sinif-mucadelesi/#sdfootnote2sym
2 Sermaye, üretim araçları için harcanan bir para toplamı olan sabit sermaye (c) ve emek gücü için harcanan bir para toplamı olan değişir sermaye (v) olarak ikiye ayrılır. Sermayenin organik bileşimi biçiminde ifade edilir ve hammadde ve makinelere harcanan para, işgücüne harcanan paraya görece arttığında artar.
3 Van Parijs, kapitalizm sorununu kapitalizmin sorununu çözerek aşmaya çalıştığı için çelişkiye düşer.
4 Sıfır-saat sözleşmesi (zero-hour contract): Belirli bir haftalık ya da günlük çalışma saati üzerinden sözleşme imzalamak yerine işverenin ihtiyacı olduğunda işçiyi işe koşmasını ve işe koştuğu süre için ücret ödemesini, içeren sözleşme.
5 Van Parijs’e göre (2000; 2004) TG uygulamalarının maliyetinin çok fazla olacağına yönelik eleştiri, TG’nin miktarının ne kadar olacağı belli olmadığı sürece anlamsızdır. Eğer 150$ gibi bir miktar belirlenirse maliyetler elbette karşılanabilir. Yine de bu fonun nereden karşılanabileceğine yönelik görüşlerini sıralar: (1) TG uygulanmaya başlandığında mevcut sosyal hizmet ve yardımların ortadan kaldırılması ya da azaltılması: Elbette “gerçek özgürlük” adına, devletin vatandaşlara sağladığı sosyal hizmetler ortadan kaldırılacak, tüm hizmetler özelleştirilecek. Daha önce güvence olarak karşılanan hizmetlerin, şimdi “Bu sizin TG’niz, sorunlarınızı ve ihtiyaçlarınızı istediğiniz şekilde, serbest piyasada özgürce özel hastane ve kurumlar vasıtasıyla giderebilirsiniz”e dönmesi demek olacak. (2) Çalışanların gelir vergisine yapılacak bir artırım: Bu artırım acaba artırım miktarına bağlı olarak ödeyeceği fazla vergi TG miktarını aşacak olan patronlar için de geçerli olacak mı? Yani gelir vergisi artırımı patronların kâr payını etkileyecek şekilde mi uygulanacak? Bu hiç de mantıklı gözükmediği için yakın geçmişte sermayenin vergi borçlarını silen Türkiye’de gördüğümüz gibi gelir vergisi yüzde dilimi artırımı sadece işçiler için geçerli olabilir. (3) Kamu varlıklarından elde edilen gelirlerin kullanılması: Kamu varlıklarının kiralanması, satılması ya da işletilmesi bütçeye kaynak sağlayacak. Yani kısacası elde az kalan sosyal güvenceler de özelleştirmeler ile sermaye kaynak olacak, devlet ise tüm kamu hizmetlerinden neredeyse çekilecek.