SOSYALİZM ÜRETKEN, YARATICI VE EKOLOJİKTİR

Küçülmeci ekolojizm Marksist sosyalizmi, ekolojik olumsuzlama atfettiği “productivism”
kavramıyla etiketlemeye çalışır. “Productivism” Türkçeye genellikle “üretimcilik” diye çevrilmekle birlikte tam karşılığı “üretkencilik”tir.

Üretim, neyin ne kadar üretildiğine ilişkindir. Üretkenlik ise, ne kadar toplumsal emek-zamanda üretildiğine; belli bir üretim kapasitesi için toplumsal olarak gerekli emek-zamanın ne kadar olduğuna ilişkindir. Üretimi, üretkenlik artışı olmadan da artırmak mümkündür; örneğin benzer üretim birimlerinden daha çok sayıda kurarak veya aynı üretim biriminde aynı türden daha çok sayıda üretim aracı ve emek kullanarak. Ancak üretimi böyle artırmanın bir sınırı vardır ve toplumun örgütlenme formunda önemli bir değişim yaratmaz. Üretkenlik artışı ise, mevcut ihtiyaçların karşılanması için toplumsal olarak gerekli emek-zamanın azalmasını sağlar; yeni ihtiyaçlar, yetiler ve ilişkiler doğurur; üretim ve emeğin toplumsallaşmasını geliştirir; toplam toplumsal emek-zamanının bir kısmını serbestleştirerek yeni emek alanları ve işbölümleri yaratır, toplumsal serbest zamanı (sınıflı toplumlarda toplumun bir azınlık kesimi için) artırır; toplumun örgütlenme biçimini dönüştürür ve karmaşıklaştırır.

Belli bir üretim tarzı, toplumun üretici güçlerinin belli bir tarihsel gelişim düzleminin sunduğu olanaklar ve sınırlar çerçevesinde varolabilir.

Belli bir üretim tarzının kendini yetkinleştirerek yeniden üretmeyi sürdürebilmesi, nihai olarak, üretici güçlerini geliştirebilmesine bağlıdır. Bunu, mevcut üretim ilişkilerinin kapsamı içinde, eskisi gibi yapamaz hale geldiği aşamadan itibaren, iç çelişki ve çatışmalarının şiddetlenmesiyle sarsılmaya başlar ve çözülme eğilimine girer.

Genel “üretim” kavramı, üretim tarzı, üretim ilişkileri, sınıflar, üretim sürecinin içindeki uzlaşmaz çelişkilerin neler olduğu ve bu çelişkilerin tarihsel gelişim süreci ve doğrultusu üzerine hiçbir şey söylemez. Burjuva iktisadın nelerin üretiminin ne kadar artıp artmadığı türünden büyüme istatistikleri, tam tersine, toplumsal üretim ilişkileri ve çelişkilerini, şeyler arası veya insanlarla şeyler arası ilişkilere indirgeyerek gözlerden gizler.

Marksizm açısından ise nelerin ne kadar üretildiği kadar önemli, hatta daha temel olan, kimler tarafından, kimler için, ne kadar toplumsal emek-zamanda, nasıl üretildiğidir. Zaten nelerin ne kadar üretilip üretilmeyeceğini bu sonuncular belirler. Bunlar sınıflı toplumlarda sırasıyla, doğrudan üretici ve sömürülen sınıf, sömürücü ve egemen sınıf, toplumsal emeğin üretici güçlerinin geldiği gelişim düzeyi (toplumsal emek üretkenliği düzeyi) ve toplumun üretken örgütlenme biçimine (üretim ilişkileri) tekabül eder. (1)

Toplumsal emek üretkenliği düzlemi ve bu düzlemden örgütlenme biçimi arasındaki ve sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin gelişimi, belli bir üretim tarzının oluşumu, bir aşamaya kadar gelişimini, ve kendi içinden doğurduğu yeni ve daha yüksek bir üretkenlik, ihtiyaçlar, yetiler ve ilişkiler sisteminin toplumsal-maddi olanakları ve zorunluluğuyla tohuma kaçmasını ortaya koyar.

Üretici güçler, yalnızca üretim araç ve tekniklerinden ibaret değildir. Toplumsal emek, elbirliği, işbölümü, toplumsal üretim ve emek organizasyonu, toplumsal yeniden üretim, üretimin toplumsal bütünleşme derecesi, toplumsal ve yaratıcı bireylerin oluşumu, genel toplumsal bilgi birikimi, eğitim, planlama ve doğa da doğrudan veya dolaylı olarak üretici güçler kapsamındadır. (2) Belli koşul ve sınırlar altında üretim ilişkileri ve üstyapının belli öğeleri de üretici güç işlevi görebilirler. (3)

Üretim ilişkileri, belli bir emek üretkenliği düzleminin (sınıflı toplumlarda belli bir sömürü ilişkisine dayalı zenginlik birikimi biçiminin) gerçekleşmesi, istikrarı ve (bir noktaya kadar) geliştirilmesini sağlayan, üretken örgütlenme biçimleridir. Üretim ilişkileri, bir aşamaya kadar üretkenliğin geliştirilmesinin biçimi iken, sonrasında artan ölçüde engeli haline gelir.

Üretim ilişkileri, mülkiyet ilişkilerine indirgenemez. Bu da Marksizmin genellikle yanlış bilinen kritik bir noktasıdır. (4) Yeni ve daha yüksek toplumsal sisteme geçiş mülkiyet ve iktidar ilişkilerinde değişimle başlar; ancak yeni bir sistemin kendi temelleri üzerinde yükselebilmesi için bunlarla sınırlı kalmayıp toplumu yeni bir üretkenlik düzlemi çerçevesinde örgütleyebilmesi, yani üretim ve yeniden üretim ilişkilerini de köklü biçimde farklılaştırması gerekir. Başka deyişle üretim ilişkileri temel, mülkiyet ilişkileri üstyapısaldır.

Üretici güçler ile üretim ilişkileri ve bunlar arasındaki çelişkinin tarihsel-toplumsal süreçleri belirlemesi, kendiliğinden olmaz, insanın amaçlı üretken emeği ve eylemi yoluyla gerçekleşir. Başka deyişle, sınıflı toplumlarda üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisi ile sınıf çelişkileri birbirinden bağımsız ve yalıtık süreçler değildir; bir bütün oluştururlar. Bunu Marx’ın “en büyük üretici güç, devrimci sınıftır” gibi ifadelerinden, “toplumsal emeğin üretici güçleri” gibi  kavramlarından da görmek mümkündür. Üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisi, sınıf mücadelesine toplumsal derinliğini ve tarihsel eğilimini/doğrultusunu kazandırır. Sınıf mücadelesi ise, teknoloji dahil üretici güçler ve üretim ilişkilerine dolaysızca etkide bulunur.

Bu yüzden, “Siyasal Marksizm” gibi adlar altında, sınıf mücadelesini kabul eder görünen, ama üretici güçleri ve üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisini inkar eden ya da önemsizleştiren anlayışlar, aslında sınıf mücadelesini alabildiğine daraltmış ve açıklanamaz hale getirmiş olurlar. (5) Ütopik reformizmin ötesine geçemezler.

Daha yaygın olan ise, “sınıftan kaçış” ile üretim temelinden (üretim sisteminin içindeki uzlaşmaz iç çelişkilerden) kaçış’ın bir bütün olmasıdır. Kendi kendisiyle çelişkin üretim temelinin reddedilmesiyle, sınıf çelişkisinin reddedilmesi genellikle birbirini koşullar. Anaakım küçülmeci ekolojizmin Marksist sosyalizmi “üretimcilik/üretkencilik” ile etiketlemesi, aslında örtük olarak, Marksizmin uzlaşmaz sınıf karşıtlığı ve savaşımını temel almakla “suçlanması” anlamına gelir.

Bu tuhaf “suçlama”, günümüzde yaygın yeni-Proudhoncu akımlar kadar Marksistlik iddiası taşıyanların genişçe bir kesiminde, işçi sınıfı ve devrime karşı korku ve güvensizliğin yanı sıra, tarihsel maddecilikten kaçış nedeniyle zemin bulur. Neo-Marksist akımların tamamı, çelişkiyi (kapitalist) üretim temelinin dışına, dolaşım, bölüşüm veya üstyapı alanına kaydırarak, ataerkilliği ve ekolojik yıkımı kapitalist üretim tarzına dışsal sayan düalist feminist ve ekolojist akımlarla buluşurlar. Örneğin “eşitsiz mübadele”ciler (bağımlılık okulu, Gunder Frank, vd), “finansallaşma”cılar (Lapavitvas, vd), “yeni ilkel birikim”ciler (David Harvey, vd), “otoriterizm”ciler (Poulantsaz vd), “gayrı-maddi emek”ciler (Negri vd)… Her biri Marx’ın bilimsel�eleştirel emek-değer ve artı-değer teorilerini yanlış yorumlamak ya da tahrif etmekle başlar, emek�sermaye çelişkisini silikleştirmekle son bulur. Listeye yeni sol, yeni-Proudonculuk/komünalizm, anaakım küçülmeci ekolojizm, küçülmeci ekososyalizm, ekofeminizm ve diğerlerini de eklediğimizde, en geniş anlamıyla sol muhalefet içinde epey geniş bir “üretimdeki çelişkiler temelinden ve sınıftan kaçış” cephesine karşı Marksist bilimsel-eleştirel tarihsel maddeciliği savunmak durumunda olduğumuzu görürüz.

Çünkü Marksizm, insanların toplumsal-maddi yaşamlarını üretir ve yeniden üretirken, geliştirdikleri toplumsal üretici güçler ile bu çerçevede birbirleriyle girdikleri üretim ilişkilerinin çelişkin birliğini,üretici ve sömürücü sınıflar arasındaki çelişki ve savaşımlar ile içsel bağıntısıyla birlikte, tarihsel süreç ve eğilimlerin açıklanmasında temel olarak alır. Toplumların evrimleşme ve devrim süreçlerini, iç çelişki, kriz, sarsıntı ve çatışmalarını, bir üretim tarzından yeni ve daha yüksek bir başkasına geçiş eğilimlerini açıklayabilen devrimci, eleştirel, maddeci bir tarih bilimi ve gelecek perspektifi ancak böylelikle mümkün hale gelir.


2
Marx’ı “küçülmeci” olmayıp “üretkenci” olmakla suçlamak, yeryüzünün düz ve hareketsiz olmayıp yuvarlak olması, kendi ekseni çevresinde ve güneşin çevresinde dönmesi nedeniyle Kopernik, Galileo ve Kepler’i suçlamaya benzer.

Çünkü toplumsallaşarak gelişen üretkenlik artışı, tarihsel evrimsellik (ve devrimlerin) genel
eğilimsel (düz çizgisel olmayan) yasasıdır.

Buna, tarihsel “üretkenlik artışı yasası” diyorum. Bugüne kadarki tüm üretim tarzları, daha düşükbir üretkenlik düzeyinden başlamış, artık artıramaz ve düşürür hale geldikleri daha yüksek bir üretkenlik düzeyinde tarihsel ömürlerini tamamlamışlardır. Buna ilk komünal topluluklar (yukarı paleolitik eşitlikçi göçebe avcı-toplayıcılar) ve neolitik ilk tarım toplumları da dahildir. (6)Her türlü hareket yasasında olduğu gibi, “üretkenlik yasası”nda da karşıt etkenler/eğilimler vardır. En başta da belli bir üretim tarzının gelişiminin belli bir aşamasından sonra mevcut üretim ilişkilerinin içsel sınırlayıcılığı gelir. Üretkenliği geliştiremez ve koruyamaz hale gelen üretim örgütlenmesi biçimi, giderek ağırlaşan bir krize girer. Dolayısıyla tarihte toplumsal emek üretkenliğinin durgunlaştığı, gerilediği, hatta çöktüğü, belli bir süre eski düzeyinin altında kaldığı kesitler de vardır. (7) Ancak emeğin toplumsallaşarak üretkenleşmesi, üretim ilişkileriyle eşitsiz, düzensiz, kesintili ve çatışmalı biçimde, önünde sonunda kendi yolunu insanın toplumsallaşarak üretkenleşen emek ve eylemiyle kendi yolunu açar.

Marksist sosyalizme dönük “üretkencilik” eleştiri ve suçlamasına karşı verilecek en net ve bilimsel yanıt, toplumsal emek üretkenliğindeki yükseliş eğilim ve zorunluluğunun tarihsel gelişme ve dönüşümlerin en genel (tüm üretim tarzlarını kapsayan) yasası olduğunun gösterilmesidir: Kimileri Marx’ın Katkı’nın Önsözündeki ünlü tarihsel materyalizm formülasyonunda, üretici güçlerin gelişmesini önsel veri kabul ettiği, açıklayamadığını ileri sürerler. Marx’ın formülünde gizli bir önvarsayım yoktur. Toplumsal üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisini vurgulamak, üretken güçlerin geliştirilme zorunluluğunu açıklamak için yeterlidir. Her sistemde üretkenliği önünde sonunda artırma zorunluluğu, bir aşamasından sonra üretkenliğin düşme eğiliminden kaynaklanır.

Belli bir toplumsal sistem gelişip karmaşıklaştıkça, kendisini yeniden üretmek için gereksindiği enerji miktarı artar ve enerji dönüşümü aktivitesinin verimliliği düşme eğilimi gösterir. (Entropi yasaları. Tüm fizik, kimyasal, organik sistemlerde olduğu gibi, enerji gereksinen ve enerji dönüşümüyle kendini yeniden üretebilen her türlü toplumsal üretim sistemi için de geçerlidir.)

İnsanların maddi yaşamlarını üretmesi ve yeniden üretmesi, en başından günümüze kadar, belli zorlukları göze almayı, zahmeti ve yorulmayı içeren, dahası, çalışırken doyumları ertelemeyi gerektiren, temel bir zorunluluktur. Bu yüzden daha az zorluk, risk, zahmet ve yorgunlukla daha fazla (ve daha çeşitli) yararlılık elde etme arayışı, evrimbilimsel bir eğilimdir. İnsanda tarihsel, diğer canlılarda içgüdüsel olarak kendini gösteren en az çaba ilkesi, aslında evrimin yasasının başka bir ifadesidir. (En az çaba ilkesi ya da toplum biliminde Zipf yasası. (8))

İnsanların kendilerine yeterli olandan fazlasını birbirleri için üretmesi, daha doğru bir ifadeyle, kendi ihtiyaçlarını da başkalarının ihtiyaçlarını karşılamakla gerçekleştirebilmeleri, başkaları için de çalışma, toplum olmanın temel bir koşuldur. Burada devreye zaman faktörü de girer: Toplam toplumsal emek-zaman. Toplumların mevcut ihtiyaçlarını daha az (toplam toplumsal) emek�zamanda karşılama arayışı, ancak toplumsal emek üretkenliğini artırmasıyla gerçekleşebilir. Başka deyişle, emek üretkenliğini artırmak; yani daha az emek-zamanda daha fazla (ve daha çeşitli) yararlılıklar elde etmek, insan toplumlarının basitten karmaşığa gelişiminin iç dinamiği ve tarih bilimsel yasasıdır. (Zaman tasarrufu yasası. (9))

Her üretkenlik artışı, bir yandan mevcut ihtiyaçların karşılanması için toplumsal olarak gerekli emek-zamanı azaltır. Diğer taraftan ortaya yeni ihtiyaçlar çıkartarak bunların karşılanması için gerekli emek-zamanı artırır. Bu da belli bir emek alanındaki üretkenlik artışını, bağlantılı olduğu, onların da bağlantılı olduğu alanlardaki emek üretkenliğinin artırılmasını zorunlu hale getirir. Ve tabii bunlar da yeni ihtiyaçlar yaratır. Sonuçta toplum öyle bir noktaya gelir ki, hemen tüm emek alanlarında üretkenliği belirgin biçimde artırmış olmasına karşın, eski üretkenlik düzleminden örgütlenmiş üretim ilişkilerinin sınırlayıcılığı nedeniyle, gelişen ve değişen ihtiyaçları karşılamakta giderek daha fazla zorlanmaya başlar. Tek tek emek alanlarında gerekli emek-zaman azalmış, emek üretkenliği artmış olsa da, toplam toplumsal emek-zamanı artma, üretkenlik düşme eğilimi gösterir. Üretkenlik artışları yeni emek alanları doğurur, işbölümü karmaşıklaşır, insanlar kendi üretim ve yeniden üretim süreçlerinde birbirinin emeğini daha fazla gereksinir hale gelir. Üretimin,  emeğin ve bireylerin toplumsallaşma süreçleri de gelişir. Bunlar toplumu üretimi, emeği ve bir bütün olarak kendini yeniden örgütleme zorunda bırakır. (Örneğin toplam toplumsal emek-zamanın, farklılaşan ve çeşitlenen emek alanlarına, yeniden ve farklı oranlarla nasıl dağılacağı sorunu.) Karmaşıklaşansistemin gereksindiği enerji miktarı da artar. Sistem giderek kendini eskisi gibi; eski üretkenlik temelinden yeniden üretemez hale gelir. Çünkü toplumun eski üretken örgütlenme biçimi, bu üretkenliğin geliştirilerek sürdürülebilmesinin biçimiyken, üretkenlik artışlarının ve yeni ihtiyaçların karşılanmasının artan ölçüde içsel engeli haline gelir. Bu, ani ve sürece yayılmış sarsıntı, çatırtı ve çatışmalarla, bir tarihsel sistem krizidir. Aynı zamanda toplumu kendi içinden doğurduğu (ama yeterince değerlendiremediği veya gelişmesi engellenen) yeni üretici güç dinamikleri ve tarihsel öznelerle birlikte, eski kabuğunu parçalamaya, yeni ve daha yüksek bir üretkenlik temelinden yeni baştan örgütlenmeye doğru zorlar.

Hiçbir toplumsal sistem, kendisini salt gerekli emeğe dayalı basit yeniden üretimle (salt mevcut ve sabit ihtiyaçların karşılanmasıyla) uzun erimde sürdüremez. Toplumsal emek üretkenliğinin düşüş eğilimine (ki sistemde kargaşa ve çözülme eğilimine yol açar) karşı koyabilmek için üretkenliği yükseltecek yeni araçlar, yöntemler, bilgiler, beceriler, organlar, organizasyonlar vb geliştirmek zorundadır. Tek kelimeyle kendisini geliştirmek, yetkinleşmek, karmaşıklaşmak zorundadır. Ancak sistem belli bir gelişme ve yetkinleşme aşamasından itibaren, bu sefer üretkenlik artışları, örgütlenme biçimindeki iç sınırları nedeniyle, eskisi gibi sürdürülemez ve toplam üretkenliği düşürür hale gelir.

Sınıflı üretim tarzlarında, üretici güçler/üretim ilişkisi çelişkisi ile sınıf çelişkisi ve çatışmaları içsel olarak bağlantılıdır. Emek üretkenliğin arttığı dönemlerde, toplumun doğrudan üretici çoğunluğu bunun kendi eseri değil de, bir takım fetişleştirilen yöneticilerden vb geldiğine inanarak, mevcut düzen ve yöneticileri destekleyebilir. Çünkü, üretkenlik artış oranında değilse bile, yeni ve daha çeşitli yararlılıkların bir kısmından emekçiler de yararlanabilir; yaşam standartları geçici olarak az çok yükselebilir. (10) Üretkenliğin durgunlaşma ve düşüş eğiliminin baskın hale geldiği süreçlerde ise, üretici sınıf ile sömürücüler arasındaki eşitsizlik hızla büyür; servet birikimi/sefalet birikimi ayrım ve karşıtlığı derinleşir. Doğrudan üreticilerin yöneticilere ve egemen sınıfa karşı hoşnutsuzluk ve mücadeleleri giderek büyür. (11) Örneğin günümüz kapitalizminin son 50 yılında, dünya çapında üretkenlikte yavaşlama eğilimi ile sınıflar arası eşitsizliğin, servet birikimi/sefalet birikimi dengesizlik ve karşıtlığının büyük bir hızla büyümesi arasında çok belirgin bir korelasyon vardır. (12)

Tarihsel-diyalektik maddecilik: İhtiyaçlar için toplumsal olarak gerekli emek-zamanın azalması ve artması; toplumsal emek üretkenliğinin azalması ve artması çelişkin eğilimleri arasındaki bu tarihsel döngü ve krizler; emeğin (belli bir üretim tarzında şu veya bu düzeyde) toplumsallaşarak gelişen üretici güçleriyle toplumun üretim örgütlenmesi biçimi (üretim ilişkileri) arasındaki içsel çelişkinin apaçık göstergeleridir. Burada üretici güçler mi üretim ilişkileri mi önceliklidir tartışması anlamsızdır; belli üretim ilişkileri toplumsal emek üretkenliğinin belli bir gelişimin düzleminden kurulur veya yeniden kurulur, ama aynı zamanda üretici güçleri belli ihtiyaç ve amaçlar doğrultusunda (sınıflı toplumlarda egemen sınıfın amaçları) örgütleyip yetkinleştirerek, sistematik hale getirir. Üretici güçler üretim ilişkileri tarafından şekillendirilir ve yeniden şekillendirilir, ama aynı zamanda onun dinamiti ve (doğrudan üreticilerin üretken emeği, eylemi ve özneselliğiyle) yeni baştan kurulmaya zorlayıcısıdır. Özsel olan, emeğin toplumsal üretici güçleri ile toplumsal üretimin örgütlenme biçimi arasındaki içsel değişkenlik bağıntısı; birbirinin içinden geçerek eşitsiz, dengesiz, kesintili, çünkü çelişkin, ve öznesel sınıf mücadelesiyle birlikte tarihsel gelişim süreci ve doğrultusudur. (13)

 

3
Kapitalizmde toplumsal emek üretkenliğinin artış eğilimi, önceki üretim tarzlarına göre, çok daha güçlü, hızlı ve yüksektir. Örneğin Britanya’da tarihsel üretkenlik düzeylerine ilişkin yapılan bir çalışma, emek üretkenliğinin 13. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar durgunluk ve düşüş eğiliminde olduğu (yıllık ortalama yüzde 0.1 ile -0.3 arasında), 17. yüzyıldan 18. yüzyılların sonlarına kadar nisbi yükseliş eğilimine girdiği (manifaktür ve tarımda kısmi sanayileşmeye geçiş dönemi, yıllık ortalama yüzde 0.4 artış), sanayi devrimiyle birlikte 19. yüzyılın ilk yarısında yıllık ortalama yüzde 1.8 artış gibi görülmemiş bir orana çıktığını gözler önüne serer. (14)

Bunun nedeni, kapitalizmi karakterize eden göreli artı-değerdeki artışın ve dolayısıyla kapitalist üretimin başlıca dürtüsü olan kar oranlarının üretkenliğe bağlı olması ve bu yüzden kapitalistlerin, emek üretkenliğini yükseltebilmek için bilim, teknoloji, emekgücü, elbirliği, işbölümü, iş yönetimi, yeni üretim ve emek organizasyonları, eğitim, sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi, kredi sistemi gibi her şeyi son sınırına kadar seferber etme yönelimleridir.

“Nisbi artı-değer, bu üretkenlik ile doğru orantılıdır. Üretkenliğin artması ile artar, düşmesi ile düşer.” (15)

Kapitalist rekabet de, aslen toplumsal olarak gerekli emek-zamanın düşürülmesi, yani emek üretkenliğinin artırılması temelinden yürür. Ancak rekabet üretkenlik artışlarının “dışsal” bir nedeni olmaktan çok, sermayenin iç dinamiğinin açığa çıkarıcısı ve bileyicisidir. Emek üretkenliğini ortalamanın üzerine yükselten kapitalistler, fiyatları düşürerek pazar paylarını büyütmekle kalmaz,belli bir süre ortalamanın üzerinde (fazladan) kar elde ederler, ve bu rakiplerinin kendi işçilerinden elde ettiği artı-değerden bir kesinti anlamına gelir. Rekabetle diğer kapitalistler de aynı üretkenlik artıcı yöntemleri uygulayınca, toplam kar kitlesi artsa bile, toplam sermaye yığınağı daha fazlaartmış olduğundan, ortalama kar oranları düşer. Kar oranlarının düşüşü ya da toplam sermayenin kendini genişletme oranının düşüşü, kapitalistleri emek üretkenliğini daha fazla artırmaya zorlar, bu da belli bir noktasından sonra kar oranlarını daha fazla düşürür. Kar oranlarının düşme eğilimi, canlı emek sömürüsünü artırma, hammaddeleri ucuzlatma gibi bir dizi yöntemle yavaşlatılsa ve geçici olarak tersine çevrilse bile, sömürüyü ve üretkenliği giderek daha az bir oranda artırabilmek için giderek daha büyük sermaye yığınaklarının gerekmesi gibi nedenlerle, uzun erimde engellenemez. Kapitalizmde bu döngüler, dolayısıyla her üretkenlik artışı ve hızlı üretkenlik artışı süreçleri, üretkenliğin, sermayenin iç çelişkinliği nedeniyle giderek eskisi gibi artılamaz hale geldiği, yavaşladığı, durgunlaştığı ve hatta düştüğü, kapitalizmin tarihsel krizlerine doğru (uzun erimde engellenemez) bir eğilim gösterir.

Kapitalizmde emek üretkenliği artışlarında genel yavaş eğilimi, ampirik olarak da gösterilebilir. Örneğin, 100 poundluk pamuklu dokuma üretimi için toplumsal olarak gerekli emek saati: El tezgahları (18. yüzyıl): 50 bin saat. Crampton Çıkrık Makinesi (1780): 2 bin saat. 100 iğli tezgah (1790): Bin saat. Güç destekli tezgah (1815): 300 saat. Robert Otomatik Tezgahı (1825): 135 saat. Bilgisayar destekli otomatik CNC tezgahları (1990): 40 saat. (16) Burada sermaye büyüdükçe üretkenlik artışında yavaşlama eğilimi çok belirgin biçimde görülebilir: Sanayi devriminin başında tam 25 kat, sanayi devrimin başından itibaren ilk 50 yılı boyunca yaklaşık 14 kat daha, sonraki 200 yıl boyunca ise 3-4 kat daha. Başka deyişle dokuma sanayinde 1770-1990 dönemindeki birikimli üretkenlik artışlarının 3’te ikisine yakını sanayi devriminin ilk 45 yılında gerçekleşirken, 3’te biri sonraki 170 yılda gerçekleşebilmiştir. Kapitalizm üretkenlikteki son sıçramalı gelişmesini neoliberal üretim ve emek organizasyonları ve elektronik ve bilgisayar teknolojileriyle 1990’lı yıllarda gerçekleştirirken, bu artış bile sanayi devrimi sürecindekinden 2-3 kat daha düşüktür. 2007-9 krizinden itibaren ise, yani neredeyse son 15 yıldır, yıllık ortalama üretkenlik artışları çok belirgin bir durgunluk içindedir; makineli sanayi-öncesi 17. ve 18. yüzyıldakinin bile altındadır. (17)

Kar oranlarının düşüş eğilimi, üretici güçler ile üretim ilişkileri çelişkisinin kapitalist üretim tarzındaki (tarih bilimsel ekonomi-politik eleştirisi temelinden) ifadesidir: Üretici güçlerin gelişen toplumsallaşma niteliğine karşılık sermaye biçimi çelişkisi ve bununla içsel bağı içinde emek sermaye çelişkisi. Her üretim tarzı, üretici güçlerin temel öğeleri olan üretim araçları ile emeğin farklı bir biraraya getiriliş biçimine ya da toplumsal artı-emek biçimine (üretim ilişkisi) bağlı olarak örgütlendiğinden, üretici güçlerinin gelişme biçimleri (ve iç sınırları) bu üretim ilişkileri tarafından şekillendirildiğinden, her üretim tarzı, bir ve aynı zamanda bir “üretkenlik tarzı”dır. (18)

Kapitalist üretim tarzında, üretkenlik artışlarına “sınırsızlık” güdüsü ve eğilimini veren, bu üretim tarzının değer, artı-değer ve karlılığa dayanıyor olmasıdır. Ancak tam da bu etkenler, yani kapitalist üretim ilişkileri, üretkenlik düzeyi yükseldikçe sermayenin iç engellerini de yükseltir ve aşılmasını daha fazla zorlaştırır. Sermayenin emek üretkenliğini/üretici güçleri sınırsızca artırma eğilim ve güdüsü, sermayenin kendini (değer ve bu değer içindeki artı-değer olarak) genişletme amacıyla sınırlanır ve çatışır.

Kapitalist üretim tarzında üretkenlik artışlarının ana itkisi değer ve bunun içinde artı-değer üretimi (ve emek-sermaye çelişkisi) olmasına karşın, üretici güçler, bunlardan (yani kapitalist üretimilişkilerinden) soyutlandığında sınırsız ve mutlak gelişmeye doğru eğilim taşır. Küçülmeci ekolojizm ve benzer yaklaşımlar bu kadarını görür ve bunu Malthusçu ve marjinal faydacı “sınırsızihtiyaçlar” kurguları veya “büyüme ideolojisi” ile açıklamaya çalışır. Oysa üretici güçlerin gelişimi üretim ilişkilerinden bağımsız değildir. Kapitalist üretim ilişkileri, üretici güçlerin önceki tüm üretim tarzlarına göre çok daha hızlı geliştirilmesinin biçimi, salt değer ve bunun içinde artı-değeri maksimize etme amacına bağlı şekillendiricisi, ve dolayısıyla aynı zamanda iç sınırlayıcısıdır.

Bunu üretkenlik artışlarının yavaşladığı ve düştüğü dönemlerde, (kar oranlarının düşme eğilimine karşıt etkenlerden biri olarak) ekolojik tahribatın hızlanmasından da görebiliriz. Üstelik kapitalizm, onca üretkenlik artışına, aşırı-birikim, aşırı-üretim vb krizlerine karşın, hiçbir zaman toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçilerin gerçek toplumsal ihtiyaçlarını yeterli ve sağlıklı biçimde karşılayacak üretim yapmaz. İhtiyaçları kendisi için daha karlı üretim alanlarına kanalize ederek; bir yandan kitlelerin (özellikle üretkenliğin yavaşladığı dönemlerde) mülksüzleşme ve yoksunlaşmalarını hızlandırırken, diğer yandan inanılmaz bir “üretim için üretim” ifrazatına ve üretimin toplumsal ve doğal koşullarında akılalmaz bir tahribat ve israfa yol açar.

“Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki, üretimin hem çıkış hem de sonuç noktasıdır, hem itici gücü hem amacı  olarak görünür; üretim yalnızca sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir genişlemenin aracı değillerdir. Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler: Bu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları tarafından kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç haline gelmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli çatışma haline girerler. Araçlar – toplumun üretici güçlerinin hiçbir koşula bağlı olmadan gelişmesi, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içerisine girerler. Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasasının yaratılmasının tarihsel bir aracı olur, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal ilişkileri arasındaki sürekli bir çatışmadır.” (19)


Kapitalizmde üretici güçlerin toplumsallaşarak gelişme niteliğinin günümüzde geldiği düzey; üretim, emek, yeniden üretim, bilgi, bireyler ve bir bütün olarak proletaryanın toplumsallaşarak gelişme niteliği, sermaye diktatörlüğüyle uzlaşmaz çelişki ve çatışmalar içinde gelişkin bir sosyalizmin artan olanaklarına ve zorunluluğuna işaret eder.


4
Küçülmeci ekolojizm ve benzer akımların en temel sorunlarından biri şu: Bilim, teknoloji, sanayi, üretim ve üretkenliği üretim tarzından, üretim ilişkilerinden, sınıflardan bağımsız kendinden menkul sorunlar olarak, hatta bir çoğu basitçe bir ideolojik dogma olarak görüyorlar. (20) Daha kötüsü, kapitalizmin soyut emek niceliğine dayalı sınırsızca büyüme arzusu ve hayalini, yalnızca kar ve artı-değerin kaldırılmakla kalmayacağı, emek-değerin “her şeyin ölçütü” olmaktan hızla çıkarılacağı sosyalizme mal etmeye çalışıyorlar. En kötüsü, ekonomiye de Malthusçu “sınırsız ihtiyaçlar/kıt doğal kaynaklar” dogması ve bunu temeline yerleştiren burjuva bayağı marjinal faydacı iktisat gözüyle bakıyorlar.

Malthusçu kurgu ile burjuva neoklasik iktisadın temelini oluşturan “marjinal fayda” kuramı (“azalan marjinal verimlilik” vb) arasında kopmaz bir ilişki vardır. “Marjinal fayda” kuramı, nitelikçe farklı ürünlerin (değer yasasını yok sayarak) kullanım değeri olarak birbiriyle kıyaslanabileceğini, dolayısıyla neyin ne kadar üretilip üretilmeyeceğinde bunlara duyulan istek ve arzu derecelerinin belirleyici olduğunu ileri sürer. İnsan ihtiyaçlarının, isteklerinin, arzularının neye göre nasıl değiştiğini tarih bilimsel olarak açıklayamadığından, genel geçer bir “insan doğası” varsayar. Eh, bu “insan doğası” da, tabii ki, kendi çıkar ve faydalarını başkaları ve toplum aleyhine maksimize etmek için yanıp tutuşan burjuva bencil bireyciliğin realizasyonudur.

Kapitalizmin işçi sınıfına ve doğaya karşı saldırganlığının gemi azıya aldığı “neoliberal” evresinin (21) realize edilmesinde, Malthusçu ve neoliberal iktisat kurguları özel bir rol oynadı. “Ücretler çok yüksek kaynaklar/bütçe kıt”, “emekli, işsiz, sakat sayıları ve ödentileri çok hızlı artıyor, sosyal güvenlik fonları kıt”, “sanat eserlerine, tarihi eserlere, spora talep çok hızlı artıyor ama bunların iyileri çok kıt”, “doğal kaynak ve ortamlara ihtiyaç ve istek sınırsızca artıyor ama doğa artık kıt bir kaynak” gibi söylemler, hiçbir boşluk bırakmadan hemen her şeyin özelleştirilmesi, metalaştırılması, sermayeleştirilmesinin; işçi sınıfının tarihsel mücadele kazanımlarının gaspının, gölgesi satılamayan ağaçların kesilmesinin meşrulaştırılmasında kullanıldı.

Bugün toplumun küçük bir burjuva mali oligarşik azınlığını oluşturanların 10 milyar, 100 milyar, en tepedekilerin trilyon dolarlık servet birikimlerine, mal varlıklarının küçük bir parçasını oluşturan ultra lüks özel otomobil filolarına, özel helikopter ve jetlerine, yatlarına, rezidanslarına, bilmemkaç yıldızlı otellerine, plaza ve iş kulelerine, milyonlarca dolarlık hobi ve eğlence anlayışlarına vb vb bakınca, bunlar el çabukluğuyla “insan doğası”na veya topluma mal edildiğinde insan ihtiyaçları ve arzuları “sınırsız”mış gibi görünür!

Kapitalizmde üretim ve ihtiyaçların değer yasası ve kar oranlarına göre şekillenmesi; aşırı-birikim, aşırı-üretim ve değerlenme krizlerini hafifletmek için üretim ve tüketimin daha az karlı olanlardan daha karlı alanlara doğru kanalizasyonu nedeniyle de böyle görünür. Haftalık tek izin gününde pikniğe gitme AVM’ye git! Ev, otomobil satın alabilmek için daha çok çalış! Yüzde 90’ını kullanamadığın ve ne işe yaradığını anlamadığın dijital cihazların her yıl yeni versiyonlarından al! Sen ihtiyaç duyduğun kullanım değerlerini edineme, ihtiyaç duymadığın metalar seni satın alsın! İstanbul trafiğindeki araçların bile yaklaşık 4’te birinin, iki kat fazla enerji tüketen arazi araçları/jeep olması, ihtiyaçların sınırsız olmasının mı, yoksa kapitalist otomotiv tekellerinin aşırı birikim, aşırı üretim krizleri çerçevesinde “ihtiyaç” güdümlesinin mi göstergesidir?

Peki tüm bu üretim ifrazat ve israfına karşın, gerçek üreticiler toplumunun gerçek ihtiyaçları karşılanabiliyor mu? Hayır, büyükçe bir bölümünün en temel ihtiyaçları bile karşılanmıyor. Kapitalist müteahhitlik firmaları neden işçiler için ucuz, pratik, sağlıklı konutlar yapmaz? (22) Tüm marketleri tıka basa dolduracak kadar abur cubur üretimine karşın neden dünya nüfusunun üçte biri aç ya da yetersiz besleniyor? Neden daha gelişkin, ucuz, pratik, sağlıklı, hızlı, güvenli toplu ulaşım sistemleri kurulmuyor? Neden yenilenebilir enerji sistemlerinin gelişimi halen bu kadar sınırlı ve yavaş? Neden en başta işyerlerini ve yoksul mahalleri kapsayacak, gelişkin bir koruyucu sağlık sistemi kurulmuyor? Neden sosyal medyada onca enformasyon ve geyik ifrazatına ve çöplüğüne, paralı ticaret ortamlarına karşın gerçek bilimsel, eleştirel, yararlı bilgi ve etkinlikler bu kadar kısıtlı?

Sorular uzatılabilir. Yanıtlar ise açık ve nettir: Neyin ne kadar kimler için hangi amaçla ve nasıl üretileceğini şekillendiren üretim ilişkileridir. Ve eğer bir “insan doğası” varsa, o da toplumsal üretim, yeniden üretim ve egemenlik ilişkileri çerçevesinde (aynı zamanda sınıfsal olarak) şekillenir. Sınıflı toplumlarda gerçek üretici sınıfın ihtiyaçları da egemen sınıfın özel çıkarlarına göre şekillendirilir ve aynı zamanda alabildiğine kısıtlanır. Neyin ne kadar kimler için hangi amaçla ve nasıl üretileceğine üreticiler toplumu karar veremez. Hatta çoğu zaman kendi gerçek istem, ihtiyaç ve özlemlerini dile getirmeleri ve bu doğrultuda eylemde bulunmaları bile engellenir.İnsanın hayal gücü sınırsız olabilir ama toplumsal ihtiyaçlar sınırsız değildir. İhtiyaçlar, toplumun üretici güçlerinin gelişimiyle birlikte dönüşür, gelişir, çeşitlenir ama aynı zamanda sınırlanır. Toplumsal-maddi olarak (en azından öngörülebilir gelecekte) gerçekleştirilebilme olanağı olmayan, ya da en azından bu olanakların gelişim sürecinde olmadığı hiçbir şey gerçek bir toplumsal ihtiyaca dönüşemez. Dolayısıyla toplumsal ihtiyaçların genel gelişim ve dönüşüm çerçevesini, yani olanaklarını ve sınırlarını, üretken güçlerin gelişim düzeyi çizer. Bu genel çerçeve (nelerin ne kadar olanaklı olup olmadığı) içinde ise, kimlerin neye, ne kadar, nasıl ihtiyaç duyup duymayacağı büyük ölçüde üretim ilişkileri tarafından şekillendirir.

Sınıflı üretim ilişkileri, bu genel çerçeve içindeki olanak ve olasılıkları sömürücü sınıfın çıkarlarını gerçekleştirecek olanlara doğru daraltır. Bu olanaklar içinde sömürücü sınıfın çıkarlarına karşıt olanları en baştan dıştalar ve kitleler açısından gerçek bir ihtiyaç ve özlem haline gelmesini engellemeye çalışır. Ve bırakalım sömürücü sınıfın çıkarlarına karşıt olanları, sömürücü sınıfın çıkarlarını doğrudan ve hızlıca gerçekleştiremeyecek olan olanaklar bile uzun süre keşfedilemeyebilir. Farkedilse bile gerçekleştirilmeyebilir, gerçekleştirmeye çalışanlar olsa bile engellenebilir, gerçekleşse bile egemen sınıfın çıkarları dışındaki farklı biçim ve amaçlarla kullanılması engellenebilir, veya gerçekleştirilmesi ancak kara dönüştürmenin yol yöntemi bulunduktan sonraya ertelenen uzun bir zaman alabilir. (23)Örneğin kapitalizmde belli bir yeni ihtiyaç ve buna dönük üretim, belli bir toplumsal olarak gerekli mek-zamanın üzerindeyse, yani maliyetleri yüksek karlılığı düşük ya da yoksa, o ihtiyaç, en azından maliyetleri düşürülüp kar kıvamı kazanıncaya kadar hayata geçemez. Yenilenebilir enerji sistemlerinin bu kadar gecikmeli ve yavaş gelişmiş olmasının (enerji tekellerinin engellerinin vb yanı sıra) nedenlerinden biri budur. Diğer taraftan ulaşımda her açıdan toplumsal olarak gerekli emek-zamanı düşürecek, büyük enerji tasarrufu sağlayacak, başta raylı sistemler olmak üzere toplu taşımacılığın geliştirilmemesinin nedeni de yeterince karlı olmaması, “zararına” çalışmasıdır.

Kapitalist sistemin ketlediği üretim ve ihtiyaç alanlarını, toplumsal ve ekolojik ihtiyaçları esas alan sosyalist planlı üretim örgütlenmesi çözebilir. Değer, artı-değer, kar ilişkilerinin kışkırtıcılık, ketleyicilik ve kontrolsüzlüğün olmadığı sosyalist ekonomi, planlama çerçevesinde, özellikle de öncelikli ve acil olan belli toplumsal ve ekolojik ihtiyaç alanlarında, gerekli emek-zaman maliyetinin yüksek olmasını uzunca bir süre göze alabilir ve bunu yine merkezi bütünsel planlama çerçevesinde, diğer alanlarda gerekli emek-zamanı düşürürerek dengeleyebilir. Veya diyelim ki, toplumsal ihtiyaçlar için önemli bir üretim alanının ekolojiye olumsuz etkileri azaltılmış ama kısa erimde tümüyle giderilemeyecek olsun. Böyle bir durumda sosyalist devrimci işçi konseyleri demokrasisi, sorunun tam bilgisine sahip olarak, örneğin o üretim alanında üretkenliği hızla artırmak olanaklıyken, üretkenlik ve üretimi artırmamaya karar verecektir; ve o alandaki ihtiyaçlar sorununun ekolojiye olumsuz etkide bulunmadan çözümü için, doğrudan ve dolaylı bütün alanları da kapsayacak bir yaratıcı bilim ve emek inisiyatifi seferberliği organize edelebilir.

Gelişkin bir sosyalizmde, üretkenlik temelini yükseltmek vazgeçilmez bir koşul olmakla birlikte, en az bunun kadar önemli olan, üretim, yeniden üretim, ekoloji, yönetim ve yaşamın her alanında sosyalist devrimci konseyler demokrasi ağının, yalnızca yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya ve yatay olarak örgünlüğü, dinamizmi, sorumluluk ve inisiyatifinin güçlendirilmesidir. Dolayısıyla üreticiler toplumunun, kendi istem, ihtiyaç ve özlemlerine, olabildiğince tüm doğrudan ve dolaylı etkileri, bağlantıları ve sonuçlarını da bilerek ve düzenleyerek, yani örgütlü ve bilinçli olarak, kendilerinin karar vermesi ve örgütleyebilmesidir. Bunun temel bir koşulu, çalışma saatlerinin sistematik olarak düşürülmesi, tüm işçilerin çok yönlü gelişim ve kurucu organlara aktif katılım ve yer alma olanaklarına sahip olmasıdır. O zaman, sosyalizmde, her türlü kurucu karar ve eylem organından anaokul eğitimine kadar, doğanın korunması, ekolojik iyileştirme ve canlanma, kolektifler, konseyler, komünler ve doğanın ortak yaşarlık içinde birlikte güçlenmesi ve gelişimi, her türlü toplumsal üretim ve faaliyette tasarım ve karar süreçlerinden başlayarak denetime kadar ekolojik esenliğin temel ve niteliksel bir ölçüt haline getirilmesi… neden en büyük toplumsal ihtiyaçlardan biri haline gelmesin ki?

Küçülmeciler, üretim ve ihtiyaçlarda büyüme/küçülme hesaplarının kısır döngüsü içinde, asıl bunların içindeki uzlaşmaz toplumsal çelişkilerin tarihsel gelişim sürecinin zorunlu kıldığı kökten dönüşüm sorununu gözden kaçırıyorlar. Üretim ve ihtiyaçların nasıl ve kimler tarafından belirlenip örgütlendiği, yani üretim tarzı sorununu anlamadıkları gibi, sosyalizmde üreticilerin kendi toplumsal üretkenlik ve ihtiyaçlarını, bilinçli ve planlı olarak ve ekolojik sınırları da dikkate alarak, kendilerinin kontrol edip örgütleyebileceklerini, dahası, ihtiyaçların yanı sıra üretkenlik tarzı/amacının da değişeceğini göremiyorlar.


5

“Zaman tasarrufu, tüm ekonomi sonunda buna indirgenir.” (24) Zaman tasarrufu, sosyalizmde tarih bilimsel bir yasa olmaya devam eder, hatta önceki üretim tarzlarından daha önemli yasa hale gelir. (25)

Üretkenliği yeni bir temelden örgütlemek ve daha yüksek bir üretkenlik temelinden örgütlenmek, yeni bir toplumsal sistemin varlık koşuludur. 

Bununla birlikte: Marksizm üretkenliği yeni ve daha yüksek bir düzeye çıkarmayı gelişkin bir sosyalizmin kritik ve temel bir koşulu olarak görmesine karşın, sosyalizme basitçe “üretkenci” denemez. Çünkü gelişkin bir sosyalizm, üretkenliği kendi başına bir “şey” olarak değil, mülkiyet, iktidar, üretim, yeniden üretim, yönetim ve doğa ilişkileri ile birlikte, bir bütün olarak yeni ve daha gelişkin toplumsal ilişkilerin örgütlenmesi çerçevesinde ele alır. Kaldı ki, sosyalizmde üretkenliğin yalnızca düzlemi değil, üretkenlik tarzı da (üretkenliği artırmanın biçim, içerik ve amacı) farklı olacaktır. (27)

Kuşkusuz sosyalizm kapitalizmin devleti gibi üretim aygıtını da olduğu gibi alıp kolektivize etmekle yetinemez. Üretim aygıtının önemli bir bölümünü budamak, geri kalanını dönüştürmek, yeni üretim alanları geliştirmek, üretimi yeni baştan örgütleyip düzenlemek zorundadır.

Üretimine olabildiğince hızlı son verilecek alanlar arasında ilk sırada ekolojik tahribata yol açması engellenemeyecek olanlar, gerçek ihtiyaç olmayan gereksiz, manipulatif ve israf olanlar, burjuva ve üst orta sınıfların kişisel zevk ve statüleri için devasa bir emekgücü ve kaynağa mal olan lüksiyat ve gösteriş, ve sosyalist ilkelerle bağdaşmayan alanlar gelir: Fosil yakıtlar, plastik ve diğer petro-kimya türevleri, otomobil ve otoyollar, silah sanayi, tarım ve temizlik kimyasalları, reklam moda marka sanayi, planlı eskitme, tek kullanımlık ürünler, AVM ve plazalar, altın ve mücevher, uyuşturucu, hormonlu hayvancılık, kafes balıkçılığı, vd.

Sosyalizmde sömürücü sınıflar için çalışma, gerçekte ihtiyaç olmayan gereksiz ve israf ürünler için çalışma, insana ve doğaya zararlı ürünler için çalışma ortadan kalkacağı için, bunun ilk etkisi gerekli toplam toplumsal emek-zamanın düşmesidir. Ancak üreticiler toplumunun kapitalizmde karşılanması mümkün olmayan temel ihtiyaçlarından başlayarak genel toplumsal maddi ve kültürel refahının yükseltilmesi için gerekli emek miktarı artacaktır. Ekolojik sınırlar ve kısıtlar nedeniyle organik tarım gibi belli alanlarda daha emek yoğun üretim ve ekolojik iyileştirme gibi yeni emek alanları, gerekli toplam toplumsal emek-zamanını daha da yükseltebilecektir. (28) En başta bunlar, toplumsal emek üretkenliğinin yeni ve daha gelişkin bir düzleme doğru yükseltilmesini, gerekli emek miktarının azaltılmasını zorunlu kılar.

Ancak sosyalizm kitlelerin temel, dönüşen ve çeşitlenen ihtiyaçlarının bir biçimde karşılanıyor olmasından ve refah düzeyinin yükseltilmesinden ibaret değildir. Sosyalizmin en temel meselelerinden biri, yalnızca bir azınlık için değil, herkes için gerekli çalışma süresinin sistematik olarak kısalması, çok yönlü ve yaratıcı yeti ve ilişkilerin gelişmesi için en geniş toplumsal olanaklarla birlikte serbest zamanın sistematik olarak genişlemesidir. Gerekli çalışma süresinin, diyelim ki 20 yıl, yılda 10 ay, haftada 30 saatten başlayarak kısaltılması. Bunsuz ne gelişkin bir sosyalist devrimci konseyler ve komünler demokrasisi mümkün olur, ne de insanın gerçek anlamda insanlaşması, toplumsal ve bireysel olarak çok yönlü gelişim ve özgerçekleştirimi. Çalışma zamanının değil, aksine, herkes için çok yönlü gelişim ve kendini gerçekleştirmek için serbest zamanın genişlemesinin temel olduğu bir toplum ancak böylelikle mümkün olur.

Dahası var. Kapitalizmi yalnız mülkiyet ve yönetim ilişkileri bağlamında değil, aynı zamanda daha temel olan üretim ilişkileri bağlamında da söküp atmak için, en baştan komünizmi de içerimine almaya başlayacak gelişkin bir sosyalizmin en temel amacı, emeği zorunlu emek; üretici güç, üretimin temeli olmaktan çıkarmaktır. Emeğin üretici güç ve üretimin temeli olmaktan çıkmasına dönük tarihsel eğilim ve zorunluluk, zaten günümüz kapitalizminin buhranında (ve felaketli işsizlik istatistiklerinde) içerilidir. Üretici güçlerin bugün geldiği toplumsallaşma niteliğinin gelişimiyle bunun toplumsal-maddi olanaklarını yaratan, ve bu olanağı ne kadar olgunlaştırıyorsa o kadar krize girip çürüyen kapitalizmdir.

Emeğin üretimin (ve dolayısıyla yeniden üretimin) zorunlu temeli olarak kalmaya devam ettiği bir toplumda, çalışma ve yaşam koşullarında yapılabilecek iyileştirmeler ne olursa olsun, işbölümü, emek-değer yasası, yabancılaşma, fetişizm sönümlendirilemez; serbest zaman genişleyemez ve (zorunlu çalışma yerine) toplumsal gelişmenin yeni ve daha yüksek temeli haline gelemez; insanlar gerçek anlamda özneleşemez ve özgürleşemez. Üretkenliğin (ekolojik sınırlar nedeniyle her alanda değil ama ortalama düzeyinin, planlı ve kontrollü olarak) yükseltilmesi, tüm bunların da koşuludur.

Marx’tan yaptığımız emek süresi tasarrufuna ilişkin alıntının devamı şöyle:


“Bir boş vakit, istirahat vakti olduğu kadar, aynı zamanda daha yüksek faaliyetler vakti olan serbest süre, sahibini şüphesiz başka bir insan haline getirir ve dolaysız üretim sürecine de bu yeni insan girer. Üretim süreci oluşum halindeki insan için bir disiplin aracı olduğu kadar, o halde, oluşmuş ve olgunlaşmış, kafasında toplumun birikmiş bilgisini taşıyan insan için, bir alıştırma süreci, deneysel bir bilim, maddi olarak yaratıcı ve nesnelleştirici bir bilimdir.” (26)


Marx burada üretkenliğin yeni düzlemiyle, herkes için sağlanan serbest zamanın yalnızca nicel olarak artmakla kalmadığı herkes için nitel bir gelişim olanağı sağladığı komünist toplumu işaret ediyor. Yalnızca gerekli çalışma süreleri hızla kısalıp çalışma koşulları iyileşmekle kalmaz; emek zorunlu emek olmaktan çıkarak, çok yönlü, bilimsel, sanatsal, sportif ve yaratıcı etkinliğe dönüşür.

Üretici güçlerin günümüzde geldiği toplumsallaşma niteliği ise, yalnızca bilimin üretime uygulanması boyutuyla değil, aynı zamanda üretimin toplumsal bütünleşme niteliği, toplumsal yaratıcı bireylerin yığınsal oluşum dinamikleri ile de; tarihte ilk kez, toplumsal köleleştirici işbölümünün (kafa emeği/kol emeği, kadın emeği/erkek emeği, kent/kır, yöneten/yönetilen, insan/doğa vb) ve toplumsal köleleştirici zorunlu çalışmanın, ortadan kaldırılması olanağını geliştiriyor.

Küçülmeciler, kapitalizmin meta kafasıyla düşünmeye devam ettikleri için, “sosyalizmin yeni ve daha yüksek üretkenlik koşulu” veya “komünist bolluk toplumu” deyince, bunun herkesin lüks şampanyayla duş alıp günde bir kilo biftek yiyeceği, özel rolls-roycelar ve uçaklara sahip olacağı bir toplum sanıp dehşete düşüyorlar. Hayır! Burjuvazi ve yönetici zevatının mide bulandırıcı asalak, sefahat, saltanat tarzı bize uzak olsun. Biz kuşkusuz toplumun gerçek üretici ve yeniden üretici çoğunluğundan kimsenin hiçbir geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı kalmayıncaya kadar genel maddi�kültürel refah düzeyinin yükseltilmesini ve herkesin yaşamın her alanında daha çeşitli, daha sağlıklı, daha esinleyici toplumsal yararlılıklar geliştirebilmesi ve kullanabilmesini istiyoruz. Maddi yaşam ve ihtiyaçların herkes tarafından herkes için üretim ve yeniden üretiminin güvenceye alınmasını asla ihmal etmeden (ve Maslow’un kötü ünlü “ihtiyaçlar hiyerarşisi”ni takip etme gereği olmaksızın):

Komünist bolluk toplumu, aslen, özgür zaman bolluğudur, insanlar arası dolaysız ve birbirlerini özgürleştirici ve özneleştirici ilişkiler bolluğudur, çok yönlü yaratıcı yetiler bolluğudur, özgürlük (ki yalnızca baskılardan özgürlük değil, ücretli geçim köleliğinden, “işgücü”ne indirmekten, “değer” ölçütünden özgürlüktür) bolluğudur, canlı doğa, ekolojik çeşitlilik bolluğudur.

Dipnotlar:
1- “Toplumun üretken örgütlenme biçimi”, üretim ilişkilerinin daha kapsamlı ve üstyapıyı da kapsayan bir ifadesi olarak, Marx’ın Kapital’de kullandığı bir kavramdır.

2- Marx, üretici güçler tanımının genişliğine ve içerebileceği çok çeşitli etmenlere karşın, Kapital dahil hiçbir yapıtında, temel halka ve çizgileri dışında üretici güçlerin neler olduğunda dair “ayrıntılı bir liste” sunmaz. Ancak üretici güçlere ilişkin tanım ve kapsamları, Kapital ekseninden tüm yapıtlarındaki somut bağlamları içinden çıkarsamak mümkündür. Bu Marx’ın, tanımları ve kavramları tarih-dışı biçimde şematize etmekten kaçınan gelişkin yöntemine uygun bir yaklaşımdır. Çünkü her üretim tarzında nelerin nasıl üretici güç niteliği kazandığının tarihsel-somut olarak incelenmesi gerekir. Belli tarihsel koşullar altında üretici güç olan bir etmen, bu koşullar dışında bu niteliğini yitirebilir ya da arka plana düşebilir, yeni üretici güç etmenleri ortaya çıkabilir, her daim üretici güç kapsamında olan etmenlerin kendileri de gelişip dönüşür, yeni nitelikler kazanır, üretici güç etmenlerinin birbiriyle ilişkilenişleri de farklılaşır.

3- Genel bir “üretici güçler ve üretim ilişkileri dizini” çıkarmaktaki ikinci zorluk, üretici güçler,
üretim ilişkileri, sınıf mücadelesi ve “üstyapı” arasındaki ilişkilerin dinamik, diyalektik ve oldukça karmaşık olmasıdır. Nitekim Marx, başyapıtı Kapital’in ön çalışması olarak bilinen Grundrisse’de, bunu şöyle belirtir: “Üretici güç ve üretim ilişkisi kavramlarının diyalektiği: Sınırlarının saptanması gereken ve reel farklılığı yok etmeyen bir diyalektik.” (Marx, Grundrisse, Birikim y.) Üretici güçler ile üretim ilişkileri diyalektiği, birbirine hem içerili (birlik) oldukları hem de birbiriyle çatıştıkları (farklı ve karşıt oldukları), dolayısıyla tek yanlı ve düz çizgisel değil, eşitsiz, dengesiz, kesintili, çatışmalı, sarmal bir gelişim gösterdikleri anlamına gelir. Bu demektir ki belli koşullarda üretim ilişkileri, hatta ideoloji gibi “üstyapı” öğeleri bile üretici güç işlevi görebilir (toplumsal emek üretkenliğinin artırılmasında rol oynayabilir). Veya işbölümü gibi bazı etmenler aynı anda hem üretici güç hem de üretim ilişkisi olarak görünebilir. Ya da elbirliği üretici güç olmasına karşın, toplumsal işbölümüne bağlı elbirliğinin tüm gücü, işbölümünde ayrıcalıklı konumda olanlardan geliyormuş gibi görünebilir.

4- Çoğu Marksist bile mülkiyet ilişkileriyle üretim ilişkilerini birbirine karıştırır, aynı şeylermiş gibi düşünür ya da mülkiyet ilişkilerini üretim ilişkilerinin temeli olarak ele alır. Oysa mülkiyet ve üretim ilişkileri ancak sınıfsız toplumlarda özdeş olabilir. Marx, Ekonomi-Politiğin Eleştirisine Katkı’nın Önsözündeki ünlü tarihsel materyalizm formülasyonunda, mülkiyet ilişkilerini “üretim ilişkilerinin hukuki ifadesi” olarak tanımlar. Kendi temelleri üzerinde yükselen bir üretim tarzında, üretim ilişkileri mülkiyet ilişkilerinin temeli ve yeniden üreticisidir.

5- Tipik bir örnek için Türkiye’de de akademik Marksistler arasında sıkça referans alınan E.P.
Thompson’ın “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” (İletişim y.) kitabına bakılabilir. Thompson, İngiliz
işçi sınıfının oluşumunun makineli sanayi öncesinde büyük ölçüde tamamlandığını ileri sürer ve bu dönemi üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisini bir yana bırakarak salt üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi bağlamında analiz etmeye çalışır. Manifaktür döneminde emekgücünün, elbirliği ve işbölümünün bizzat üretici güçler olduğunu dikkate almaz. Sonuçta, sınıf mücadelesinin açıklanmasını da, üstyapıya, kültürelciliğe doğru kaydırır.

6- Kapitalizm öncesi üretim tarzlarında emek üretkenliği artışları kuşkusuz çok daha yavaş ve uzun erimlidir. Bununla birlikte insanımsılardan ilk insan topluluklarına geçişin gerçekleştiği Yukarı Paleolatik avcı-toplayıcılarda bile, doğada hazır bulunanları devşirmenin ötesinde, kompozit (taş, kemik, tahta bileşik) aletlerin ve alet yapan aletlerin, yanı sıra çadır, giysi gibi geçim araçlarının üretimi ve göçebelik, kadın-erkek ve genç-yaşlı arasında yatay işbölümü, elbirliği, emek aletlerinin gelişimi ile sağlanan belirgin üretkenlik artışları vardır. Hepsi bir yana kadının kazma çubuğu, hasır, sepet ile toplayıcılıkla sağladığı üretkenlik artışı olmasaydı, erkeğin daha istikrarsız olan avcılıkta uzmanlaşması, leş yiyicilikten sistematik avcılığa geçiş de sağlanamazdı. Batı Avrupa feodalizminde ise 11. ve 12. yüzyıldaki tarımda yeni yöntemlerle (ağır demir saban, 3’lü ekim sistemi, öküzler yerine atların kullanılması) sağlanan üretkenlik artışı, Batı Roma İmparatoluğu’nun çöküşünden sonra ortadan kaybolan kentleri, zanaatları, uzun mesafeli ticaret yolları ve tüccarları yeniden canlandırmış, derebeylerine karşı kır ve kent komünlerinin isyan ve direnişlerini güçlendirmiş, bir nevi, feodalizmin sonunun başlangıcı olmuştur.

7- Örneğin Geç Bronz Çağı’nın; Ege adaları, Anadolu, Mezopotamya ve Doğu Akdeniz’de bulunan tüm toplumsal sistemlerin (Miken, Minos, Hitit, Alashiya, Asur, Ugarit) zincirleme çöktüğü, Eski Mısır’ın ise ikiye bölünüp gerilediği; nüfusun büyük bölümünün iç savaş ve dış istilalarla ve açlıktan öldüğü veya göç ettiği, neredeyse tüm üretici güçlerin, kentlerin, ticaret yol ve araçlarının yıkıldığı, yazının bile ortadan kaybolduğu, geri kalanların basit yerel köy yaşamına geri döndüğü,300-400 yıllık dönem. Joseph Tainter, ekolojistlerin sık referans verdiği ve esinlendiği “Karmaşık Sistemlerin Çöküşü” kitabında, kapitalizm öncesinde bu tür 17 büyük toplumsal sistemin çöküşünü incelemeye çalışır. Çevre tahribatı, doğal kaynak kısıtları, salgın hastalıklar, dış istilalar gibi çöküş etkenlerinin çöküşün nedeninden çok göstergesi olduğunu, temel nedenin ekonomik olduğunu doğru olarak saptar. Toplumsal karmaşıklaşmanın doğurduğu enerji miktarı gereksiniminde artışın karşılanamaması (enerji yalnız yakıt, hayvan gücü olarak değil emek miktarı olarak düşünüldüğünde) saptaması da doğrudur. Ama bir burjuva antropoloğu ve tarihçisi olarak, üretim sistemi krizini, “azalan marjinal verimlilik” ve Malthusçu saiklerle açıklamaya kalkışarak bir çuval inciri berbat eder. Tainter’in çalışması, burjuva çöplerinden arındırıldığında ise, çöküşlerin temel etkeni olarak tarihsel üretkenlik krizlerinin aşılamaması sorunu açıklık kazanır. Tainter’in kitabında küçülmeci ekolojistleri ve yeni-proudhoncuları cezbeden ise, bu tür üretici güç çöküşleri ve nüfus kırımlarının ardından, belli bir süreliğine, basit, küçük, yerel, “merkezsiz” köy topluluklarına geri dönüşü “yalınlaşma” adı altında idealize etmesidir. Marx ve Engels ise, belli bir toplumsal üretim sisteminin bu tür üretkenlik buhranları açısından, kendi içinden, mevcut egemen sınıfı tepeleyecek ve üretkenliği yeni bir temelden örgütleyecek devrimci bir toplumsal güç çıkaramadığı ya da sınıfların yenişemediği durumlarda, üretici güçlerin büyük bölümünün ve tüm sınıfların çöküşü ile sonuçlanabileceğini sık sık vurgulamışlardır. Başka deyişle, üretici güçlerin gelişimi ve üretkenlik krizleri, devrimin ve yeni bir toplumsal sisteminin koşullarını oluşturur, kendisini değil. Ancak her durumda, bu tür toplumsal çöküş ve gerileme dönemlerininin de bir noktasından itibaren, yeni üretkenlik artışları ve merkezileşme süreçleri kendini göstermeye başlar.

8- George Kingsley Zipf, “Human Behaviour and the Principle of Least Effort”.Addison-Wesley Reading, 1949.

9- Zaman tasarrufu ilkesi, burjuva klasik ekonomi-politikçiler, Adam Smith ve Ricardo’da da vardır. Zaman tasarrufunu, tüm tarihsel üretim tarzları için geçerli, tarih bilimsel bir hareket yasası olarak açıklayan, temellendiren ve geliştiren ise Marx’tır. Zaman tasarrufu yasası, yani belli ihtiyaçlar/üretim kapasiteleri için gerekli emek miktarının azaltılması, emek üretkenliğinin artırılması, kapitalizmde göreli artı-değer ve kar oranları sorunlarının (dolayısıyla kapitalizmin iç çelişkinliği ve tarihsel sınırlarının) açıklanmasında kritik bir yer tutmakla kalmaz, tarihsel maddeciliğin köşe taşlarından biridir. Entropi yasaları, en az zahmet yasası ve zaman tasarrufu yasalarının daha geniş bir açılımı için bkz. Mustafa Cemal, “Eşitlikçi Toplumlar” s74-132. Belge y, 1996.

10- Türkiye’de 2000’li yılların ilk döneminde, gecekondudan TOKİ konutlarına, kömür sobasından doğal gaza, tüplü TV’den plazma TV’ye, ev telefonundan cep telefonuna, genel liselerden meslek lisesi ve gecekondu üniversitelere, esnaftan AVM’lere, SGK’ya vb vb geçiş sürecinin AKP’nin yelkenlerini şişiren, asıl etken olması gibi.

11- Bu yüzden sermaye birikiminin mutlak genel yasası, yani servet birikimi ile sefalet birikimi
kutuplaşması, kar oranlarının düşme eğilimi yasasından bağımsız düşünülemez.

12- Michael Roberts, “The Productivity Crisis”. https://thenextrecession.wordpress.com/2021/05/30/the-productivity-crisis. May 30, 2021

13- Krizleri açıklamada diyalektik bir kavramlaştırma olarak “içsel değişkenlik bağıntısı” için bkz. Marx, Artı-değer Teorileri İkinci Kitap, s481. Sol y. 

14- Paul Bouscasse, Emi Nakamura, Jon Steinsson, “When Did Growth Begin? New Estimates of Productivity Growth in England from 1250 to 1870”. https://eml.berkeley.edu/~jsteinsson/papers/malthus.pdf. Nov 15, 202

15- Marx, Kapital Cilt 1, s333. Sol y.

16- Chris Freeman, Francisco Louça, “As Time Goes By: From the Industrial Revolution to the
Information Revolution”. Oxford Un. Press, 2021

17- Kapitalizmin son döneminde, dijital teknolojiler, yapay zeka gibi gelişmelere karşın üretkenliğin kapitalizm tarihinin en düşük düzeylerinde sürünmesi, burjuva iktisatçıların, BM, DB, OECD raporlarının “üretkenlik bilmecesi” (productivity dilemma) başlığı altında sorunu itiraf ettikleri, ama nedenlerini anlamazdan geldikleri geniş bir yazınının konusudur. Üretimde kar oranlarının düşüklüğü, artı-değeri daha az artırabilmek için çok daha büyük çaplı teknolojik yatırımların gerekmesi, yatırımları da yavaşlatmaktadır. Yeni teknolojiler daha çok, aşırı üretim ve değerlenme krizlerini hafifletmek için dijital e-ticaret ve finans gibi alanlarda yoğunlaşırken, üretimde uygulanması daha sınırlı ve yavaş kalmaktadır.

18- Günümüzde çoğu Marksist bile üretim tarzından yalnızca üretim ilişkilerini anlıyor ve üretim ilişkileri dolayında analizler yapmaya çalışırken üretici güçleri unutuyor ya da bir yana bırakıyor. Üretici güçleri ele alırken bu kez üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesi unutuluyor, vb. Oysa Marx’ın üretici güçler, üretim ilişkileri ve sınıf mücadelesinin hangisini ele alırsa alsın diğerleriyle birlikte, bir bütün olarak analiz ettiğini hatırlatmakta yarar var. Her üretim tarzında üretim ilişkileri gibi üretici güçler de farklılaştığından, dahası üretkenlikte üretim ilişkilerinden gelen saikler kadar üretkenliği artırmanın biçim, araç, yöntem ve organizasyonları da farklı olduğundan, “üretkenlik tarzı” gibi bir kavram işlevseldir. “Birbirinden farklı ekonomik çağların ayırdedilmesinde işe yarayan şey, yapılan eşyalar değil, bunların nasıl ve hangi araçlarla yapıldıklarıdır. Emek araçları, yalnız insan emeğinin ulaştığı gelişme düzeyinin bir ölçüsünü vermekle kalmıyor, bunlar, aynı zamanda, işin yapıldığı toplumsal koşulların göstergeleri de oluyor.” (Marx, Kapital Cilt 1, s196, Sol y.) Bu açıdan mikroçipin geleneksel makinelerden niteliksel olarak farklı olduğu, ve mikroçip (yapay zeka vd) bazlı ileri otomasyon ve robotizasyonun kapitalist üretim ilişkilerine sığmaz hale geldiğine dair tartışmalar ilgiye değer.

19- Marx, Kapital Cilt 3, s222. Sol y.

20- Küçülme teorileri “bize çevresel felaketin pis kokularını yayan kar amaçlı, piyasa yönelimli
üretim yapan bu sisteme karşı mücadele etmek yerine (…) ‘büyüme ideolojisi’ne saldırmamızı
tavsiye eder. Açıktır ki bu ‘saldırı hattı’ geleneksel dinlerin tavsiye ettiği çizgidir: ‘İnsana bilgi,
özdisiplin ve arzularını sınırlamayı ve ruhunu gerçekliğe uydurmayı öğret.’” Paul Burkett,
“Marksizm ve Ekolojik İktisat”. Yordam y.

21- Kapitalizmin “neoliberal” denilen dönemi, kısaca, kar oranlarının düşme eğilimine karşıt
etkenlerin tamamının son sınırına kadar harekete geçirilmesi olarak özetlenebilir.

22- Nedeni için bkz. Engels, Konut Sorunu.

23- Bunlar aynı zamanda üretici güçler/üretim ilişkileri çelişkisini derinleştiren etkenlerden bazılarıdır. Örneğin Apple “akıllı” denilen cep telefonlarının işlem hız ve kapasitesini 2 kata yakın artıracak teknolojiye sahip olduğu halde, bunu hemen piyasaya sürmez. İşlem hız ve kapasitesinin her yıl adım adım artırıldığı versiyonları kademelendirerek, bunu 5-6 yıla yayar. Böylece aşırı birikim ve aşırı üretim krizlerini hafifletmiş, toplam kar ve satışlarını artırmış olur. 

24- “Gerçek iktisat emek süresi tasarrufundan ibarettir; (üretim maliyetinin asgariye indirilmesi); öte yandan, bu tasarruf üretici gücün gelişmesiyle özdeştir. O halde doyumlardan fedakarlık etmek değil, üretim gücünün, yeteneklerinin ve dolayısıyla doyum yeteneklerinin ve doyum araçlarının geliştirilmesi. Doyum yeteneği, doyumun ilk koşulu ve ilk aracı olup, bu yeteneğin gelişmesi bir bireysel potansiyelin, bir üretici gücün geliştirilmesidir. Emek süresinden yapılan tasarruf serbest sürenin, yani bireyin her yönüyle gelişmesine ayrılacak sürenin artması demektir; bu çok yönlü gelişme de, en büyük üretici güç olarak, yine emeğin üretici gücünü etkileyecektir.” Marx, Grundrisse, s662. Birikim y.


25- Sermaye biçimiyle üretim araçlarının ve üretilen meta-şeylerin insanlara hakim olduğu ve
nesneleştirdiği kapitalizmin aksine, insanların üretimi tam kontrolleri alarak düzenlediği özneleştirici ve özgürleştirici yeni ilişki biçiminde, kuşkusuz üretkenliği artırış tarzı da farklı olacaktır. En başta örgütlü, bilinçli ve planlı olacaktır. İkincisi üretimin toplumsallaşmasının gelişme düzeyi, taylorizm, performans sistemi, maddi özendiriciler, işbölümünün derinleştirilmesi gibi rekabetçi ve yabancılaştırıcı yöntemleri gereksizleştirecek; çalışmanın zorunluluk olmaktan çıkıp kısalan çalışma süreleriyle, herkesin bir ve aynı zamanda kendisi ve dolaysızca birbiri için geliştirici faaliyette bulunmasıyla, farklı alanlarda çok yönlü gelişme ve özgerçekleşim olanaklarıyla bir ihtiyaç, toplumsal ve bireysel olarak (bir dış zorlama ve teşviği gereksizleştiren) bir iç yaratıcılık dinamiği haline gelecektir. Üçüncüsü, emekgücünün meta, insanın da “işgücü” olmaktan çıkması, serbest zamanın herkes için genişlemesi, herkes için çok yönlü ve nitelikli eğitim olanakları, bilgi ve becerilerin de toplumsallaşmasıyla herkesin toplumsal bilgi birikimini ilgili alanlarda özümseme ve katkıda bulunma olanakları, daha çeşitli alanlarda çalışma olanakları, mülkiyet, yönetim ve üretim ilişkileri gibi bilimsel ve yaratıcı etkinliği de giderek daha dolaysızca toplumsallaştıracaktır. Üretimin eski biçimiyle emeğe değil, dolaysızca bilime ve kolektif zekaya dayanması, üretkenliği artırış tarzını da bambaşka kılacaktır.

26- Marx, age, s663