I. Kurucu Marksizmin Teorik Politik Aydınlığında Komünizm Ve Proletarya Diktatörlüğü: Teorik Komünizm
Marksizmin komünizm düşüncesi, 19. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru tarihe doğar. Karl Marx ve Friedrich Engels’in komünist fikirleri bir kaç yıllık kısa zaman diliminde komünist teori düzeyine sıçrar. Böylece, Marksizm adıyla tarihte çığır açan komünist teori ve hareketin yarım yüzyıllık ilk evresi başlar. “Kurucu Marksizm” evresi olarak ifade edebileceğimiz ’19. yüzyıl Marksizmi’ kurucularının tüm ömürlerini adadıkları devasa bir devrimci teori ve pratik eserler dizisiyle gövde kazanır.
Kurucu Marksizmin komünizm teorisi üç temel sütun üzerinde yükselir. “Marksizmin üç bileşeni” terimiyle ifade edilen bu bütünsel yapı, Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politiği ve Fransız sınıf mücadelesi referanslarıyla kodlanır. Bir isim/kavram olan Marksizm, Marx ve Engels tarafından kurulan bilimsel komünizm teorisini ve onun devrimci hareketini anlatır. Marksizm bilim, felsefe ve siyaset alanlarına yaslanarak teorik bütünlüğünü kurar, kendini yeniden ve genişleterek üretir. Marx ve Engels, komünist teoriye sıçrayan ilk kopuşlarını burjuva bilim ve felsefe alanında gerçekleştirirler. Komünizm teorisini kurmaya ve geliştirmeye bir burjuva bilimi olarak çağın egemen düşünce tahtına kurulmuş olan “ekonomi politik”i hedef alarak ve eleştirerek başlarlar. Burjuva bilim ve felsefeden köklü epistemolojik kopuş anlamı taşıyan ilk teorik çalışmalar, aynı zamanda komünizm teorisine bir girişi de temsil eder.
Komünist teoriye girişin ilk adımının Engels tarafından atıldığı söylenebilir. 1843’te Marx ve Arnold Rouge’un Paris’te çıkardığı Fransız-Alman Yıllıkları adlı dergiye, Engels, “Siyasal Ekonominin Eleştisinin Anahatları” başlığıyla bir deneme yazar. 1844 Şubat ayı sonlarında tek sayı olarak yayımlanan Yıllıklar Dergisi’nde yer alan deneme Marx’ı derinden etkiler ve politik ekonomiyle bir ömür boyu bitmeyecek ilişkilenmesinin ve faaliyetinin yolunu açar. Marx’ın o güne değin düşünsel faaliyeti felsefe alanı üzerine yoğunlaşır. Hegel ve sol-Hegelcilerin eleştirisi temelinde gelişen bir rota izler. Komünizm fikri de esasen felsefi alanda oluşur ve biçimlenir. Marx’ın 1844 Felsefi ve Ekonomik Elyazmaları bu bakımdan bilimsel komünizm teorisine gerçek bir başlangıç çalışması olma özelliği taşır. 1844 Elyazmaları burjuva politik ekonomiye ve felsefeye karşı komünist düşünce ve teorinin bayraklarını açar. Burjuva bilimi olarak politik ekonomi ve felsefeyle hesaplaşırken, komünist teorinin genel çerçevesini çizer. Yabancılaşma kavramı altında komünist teorinin ilk tezlerini betimler. 1844 Elyazmaları’ndan önce Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Giriş, Kutsal Aile ve Yahudi Sorunu çalışmalarıyla Hegelci ve sol-Hegelci düşünce dünyasından kopuş yolunda yürür. Bu çalışmalar, 1844 Elyazmaları’nın felsefe bölümü için bir yoğunlaşma ve durulaşma işlevi görür.
Büyük ve önemli bölümlerinin kayıp olduğu 1844 Elyazmaları bütünlüğü sağlanmış bir yapıt değildir. Marx bu eserin politik ekonomi bölümlerini yazmadan önce, tüm önemli burjuva iktisatçıları okumaya ve çalışmaya koyulur. J. B. Say, Skorbek, Adam Smith, Ricardo, James Mill vd.nin yapıtlarını çalışır. 1844 Elyazmaları çalışmasında Marx henüz materyalist ve hümanist çerçevede düşünür. Felsefi açıdan Hegel ve Feuerbach’ın kavramsal dünyası içindedir. Fakat hasımlarının kavram silahlarını kendilerine karşı kullanan bir devrimci mevzide savaşır. 1844 Elyazmaları’nda burjuva iktisatçıların kavram ve dilini benimsediğini vurgulayan Marx, felsefi hesaplaşma mevzisinde yaptığı gibi, bu alanda da burjuva politik ekonominin kavramlarını sahiplerine karşı kullanır, burjuva bilimi kendi kavram ve kategorileriyle vurma yordamını benimser. 1844 Elyazmaları, eski dil ve bilimin kabuğu içinde hayat bulur; bu kabuğu kırarak komünist teoriyi inşaya girişir ve kopuş başlar.
Marx ve Engels’in 1845-’46 yıllarında birlikte kaleme aldıkları Alman İdeolojisi eseri, bilimsel komünizmin teorisini gerçek anlamda ete kemiğe büründürür. Felsefi ve bilimsel çözümlemeleri ve tezleriyle Marksizmin kurucu temellerini atar. Komünist Manifesto’nun gerçek bir teorik ön çalışması ve hazırlığı rolünü oynar. Alman İdeolojisi, sadece komünist teorinin genel yapısını kurmaz, aynı zamanda yeni bir bilim de kurar. Alman İdeolojisi’yle Marksizmin tarih bilimi tesis edilir ve işletilir. Kurucu Marksistler, bu esere düştükleri bir dipnotta, Marksizmin tarihsel materyalizm yöntemini dosdoğru bir “tarih bilimi” olarak kavradıklarını ve bilimsel/teorik faaliyetlerine uyguladıklarını vurgularlar:
“Biz yalnız bir tek bilim tanıyoruz, o da tarih bilimidir. Tarih, iki yönden incelenebilir. Tarihi, doğa tarihi ve insanların tarihi diye ikiye ayırabiliriz. Bununla birlikte bu iki yön birbirinden ayrılamazlar; insanlar var oldukça insanların tarihi ile doğanın tarihi karşılıklı olarak birbirlerini koşullandırırlar.”
Marksizmin bilimsel yönteminin kalbinde yer alan tarihsel materyalizm, Marx ve Engels’in baştan sona tüm eserlerinin de kalbine ve bedenine işler. Bu diyalektik yöntemde, öncesiz ve sonrasız, mutlak ve değişmez kategoriler yoktur; her olgu ve kavram tarihselliği içinde anlam ve içerik kazanır; tarih tarafından tanınır ve isimlendirilir. Sorunlar, olgular, kavramlar, konular vs. materyalist tarih biliminin laboratuvarına alınır; görünüş ile gerçek arasındaki ilişkiler tarihsel materyalizmin diyalektik işlemiyle incelenir. Bu işlemde olgu ögelerine ayrıştırılır, çözümlenir, tanımlanır, birbirleriyle ilişkileri kurulur, çelişkileri tanımlanır ve en sonunda teorik bütünlüğüne ve kavramsal ifadesine kavuşturulur. Marx ve Engels’in yarım yüzyıllık teorik-pratik serüvenlerinde yaratıkları muazzam düşünsel külliyat bu gerçekliği tüm ihtişamı ve somutluğuyla derinleşen bir çizgide ve karakterde somutlar. Marksizmin tarih bilimi yordamının yol işaretlerini verir ve devrimci yordamlarının izini sürmemize imkan sunar. Marx’ın burjuva bilimi olarak politik ekonomiyi bütün boyutlarıyla çözümleyip aynı “an”da alternatif bilimi ortaya serdiği şaheseri Das Kapital, diyalektik ve tarihsel materyalist yordamın mükemmel bir uygulamasını kanıtlar. Engels’in Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, tarih bilimiyle toplumsal tarihi çözümlemenin ve teorileştirmenin yaratıcı bir örneğini sergiler. Marx’ın Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i ise siyasal olaylar ve pratiğin tarihsel materyalizm yöntemiyle çözümlenmesini ve teorik-siyasal anlamlarıyla açıklanmasını belgeler. Bu eserler Marksizmin tarih biliminin en önemli kilometre taşıdır.
Marx, 1844 Elyazmaları’ndan başlayarak ekonomiyi “tarihin ana maddesi” kategorisiyle ele alır ve tarihsel materyalizm bilimine dahil eder. Alman İdeolojsi’yle tarihi bilim düzeyine yükseltir ve komünist teorinin elemanter ögesi haline getirir. Bu “an”dan itibaren burjuva politik ekonominin karşısına, komünist teori ve onun tarih bilimi dikilir.
Marksizmin savaş açtığı çağın verili ve egemen burjuva bilimi, politik ekonomi, hükmünü icra ederken, dönemin çeşitli sosyalist teorilerine ve hareketlerine de etki eder ve deformasyona uğratır. Bu çağın en güçlü sosyalist akımlarından olan anarşizm, burjuva bilimin hegemonik etkisi altında ve yanlış teorik hatlarda ve oradan türeyen yanlış politikalarda yürür. Anarşizm, burjuva bilimin sorgusuz-sualsiz ön kabulleri, önermeleri ve kavram setiyle sosyalizm teorisini kurar. Marx, 1847 tarihli Felsefenin Sefaleti ile, anarşist sosyalizmin önderi ve teorisyeni Proudhon’un burjuva bilim ve felsefe ufkuna hapsolmuş görüşlerini eleştirir. Keza, 1847 tarihli Ücretli Emek ve Sermaye’de, politik ekonominin temel kategorilerini komünist teori açısından irdeler, çözümler ve bilimsel açıklığa kavuşturmayı hedefler. Marksizmin kendi bilimsel komünizm teorisini kurma eylemi zamandaş ve iç içe iki teorik uzamda gelişir. Bunlardan ilki, burjuva politik ekonomi bilimine devrimci saldırı ve bilimsel hesaplaşmayı kapsar. Bu teorik-ideolojik eylem, politik ekonominin karşısına komünizm teorisini alternatif olarak diker ve yeni bir toplumsal teorinin bayrağını dalgalandırır. İkinci teorik mecra ise dönemin çeşitli sosyalist teori ve okullarıyla hesaplaşmayı ve ideolojik durulaşmayı kapsar.
Marx ve Engels, dönemlerinin militan işçi hareketlerini, sendikal ve diğer örgütlenmelerini genel olarak sosyalist hareketler meşrebinde görür ve kabul ederler. Bununla birlikte, bilimsel sosyalizmle diğer sosyalizm türlerini ayrıştırmaya ve belirginleştirmeye hayati önem atfederler. Özel mülkiyeti ortadan kaldırmayan, onu yeniden ve kaba eşitçi-paylaşımcı biçimlerde düzenlemeyi öngören, sınıf uzlaşmacı ve reformcu sosyalizm anlayışlarını eleştirir ve reddederler. Bir önceki dönemde ortaya çıkmış olan Saint Simon, Fourier ve Owen isimleriyle anılan ütopik sosyalizm teori ve pratiklerini de bilimsel komünizm görüş açısından değerlendirirler. Ütopik sosyalizmden pek çok yönden esinlenirler, bazı kazanımlarının altını çizerler ve tarihsel miras olarak kabul ederler. Ancak ütopik sosyalizm anlayışlarının teorik kurucu mantığını ve pratikte gerçekleşme koşullarının imkansızlıklarını ve açmazlarını tarihsel materyalizmin optiğinden ortaya sererler ve reddederler. Bu tür teorilerin sınırlılıklarını, yetmezliklerini, imkansızlıklarını ve yanlışlarını bilimsel/teorik dayanaklarıyla gösterirler. Ütopik komünizm yerine “şiirsel anlatımını gelecekten”, bilimsel anlamını bugünden alan bilimsel komünizm önermesini sunarlar. Marx ve Engels komünizmi bir soyut düşünceden, idealden ve hayalden yola çıkarak düşünmez ve kurmazlar.
Marx, Alman İdeolojisi’nde ütopik komünizmden bilimsel komünizme sıçrayan bu kopuşu çarpıcı açıklar:
“Bizim için komünizm, yerleştirilecek bir düzen, gerçeğin kendisini uyarlaması gereken bir ideal değildir. Biz komünizm diye bugünkü durumu kaldırıp atan gerçek harekete diyoruz”, “gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”
Marksizmin bilimsel komünizm teorisinin gelişmesi dönemin verili diğer sosyalizm teorileriyle mücadele zemininde gelişir. Ütopik sosyalizm ve onun çağdaş özgül türevi olarak varlık hakkı kazanmış olan anarşizm, Marksizmin komünizm teorisinin gelişmesinde en önemli özne ve teorik kavganın itici ve geliştirici dinamiği olur. Anarşist komünizmle teorik mücadele bir tüm olarak Marksizm ve komünist hareketin tarihi boyunca çeşitli boyutlar kazanarak devam eder. Kurucu Marksizm çağının ana başlıklarından birini verir: Ütopik komünizmden bilimsel komünizme!
Bilimsel komünizm teorisi, siyasal ve programatik suretini Engels’in 1847 tarihli Komünizmin İlkeleri’nde bulur. Kapitalizmin anayurdu kıta Avrupası’nda kapitalizmin krizinin patlak verdiği ve hızla kıta çapında bir devrimci duruma doğru ilerlediği uğrakta, Marx ve Engels önderliğindeki Komünistler Birliği devrimci konjonktüre siyasal müdahale hamlesinde bulunur. Bilimsel komünizmin siyasal programı bir devrimci bayrak olarak göndere çekilir. Engels tarafından kaleme alınan Komünizmin İlkeleri, bilimsel komünizmin siyasal teori bileşenini ve ilk programatik görüşlerini sunar. Bu metin, komünist ilkeler demetini on iki maddede somutlar ve komünistlerin toplumsal devrim amaçlarını açıklar. Kapitalizmden komünizme geçiş sürecinde gerçekleştirilecek sosyalist önlemleri ve hedefleri sıralar. Marx yoldaşı Engels’in hazırladığı bu metni pek uygun bulmaz. Eski bir Hristiyan yazım formu olan ve sorular-cevaplardan oluşan Komünizmin İlkeleri’nin hemen akabinde aynı yıl Komünist Manifesto yayımlanır. “Avrupa’nın üzerinde dolaşan komünizm hayaletini” haber veren Komünist Manifesto, ilkeler ve sosyalist hedefler demetini on maddelik yeni bir siyasal program formu haline getirir. Manifestoyla, Komünistler Birliği örgütünün ve proletaryanın toplumsal devriminin amaçları ve programı dünyaya ilan edilir. Kapitalizmden komünizme geçişin programı ve bu devrimsel geçiş sürecinin ana hatları, siyasal, ekonomik, toplumsal vs. karakteri betimlenir. Manifesto aynı zamanda feodal, burjuva, küçük burjuva ve eleştirel devrimci sosyalizm kategorilerini çizer, çeşitli sosyalizm tasniflerini sınıfsal ilişkiler bağlamında değerlendirir; bilimsel komünizmle ayrım çizgilerini kalınca çizer.
Komünist Manifesto’da ortaya konulan komünizm ve devrim teorisi, izleyen yıllar içinde sürekli bir biçimde bilim, felsefe ve siyasal boyutlarıyla geliştirilir. Das Kapital’in yazılması, 1. Enternasyonal’in örgütlenmesi, Paris Komünü gibi devrimci atılımlar aynı zamanda komünist teori ve pratiğin ulaştığı dorukları da imler ve tarihe kazır.
Marksizmin doğuş ve emekleme döneminden başlayarak komünizm kavramı Kurucu Marksistler tarafından birbirini ikame eden sosyalizm ve komünizm sözcükleriyle ifade edilir. Komünizm çift katmanlı ve alt katmanlı sosyalizmi kapsayan bir anlamda kullanılır. Komünist Manifesto, sosyalizm ve komünizm kavramlarını teorik uzamlarına ve özgül anlamlarına yerleştirir. Manifesto, kapitalizmden komünizme geçiş sürecinin siyasal programını proletarya diktatörlüğü siyasal kabuğu içinde ve komünist parti öncülük ve refakatinde bir devrimci dönüşümler evresi olarak öngörür:
“Proletarya siyasal üstünlüğünü tüm sermayeyi burjuvazini elinden adım adım çekip almak, tüm üretim gerekçelerini devletin yani yönetici sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde merkezileştirmek ve üretken güçler bütününü alabildiğince hızla artırmak için kullanacaktır.”
Komünizm, proletaryanın toplumsal devrim eylemiyle başlayan iki aşamalı bir tarihsel süreç olarak düşünülür ve teorik mimarisi çizilir. Anarşizm ile Marksizm tam da bu kavşakta ütopya ve bilim yönlerini gösteren yollara ayrılırlar ve iki uyuşmaz teorik yapıyı temsil ederler. Marksizm ile anarşizmin karşı karşıya geldiği can alıcı nokta; kapitalizmden komünizme geçiş ve bu geçişin aracısı ve dolayımcısı olarak devlet sorunsalıdır.
Marksizmin komünizm teorisi, kapitalizmden komünizme geçişi devletle olanaklı ve zorunlu görür. Oysa anarşist komünizm, devletsiz ve aşamasız bir doğrudan devrimle komünizme varma öngörüsünü benimser. Açık ki bu büyük teorik kavga ve ayrışmanın merkezinde dosdoğru proletarya diktatörlüğü olgusu durur. Komünist Manifesto komünist topluma geçiş sürecinde proletarya diktatörlüğünü vazgeçilmez bir araç olarak görür, can alıcı tarihsel rolünü ve zorunluluğunu sarih biçimde açıklar:
“Gelişme sürecinde sınıf farklılıkları yok olduğu ve tüm üretim halkın dev birliğinin elinde yoğunlaştığı zaman kamu iktidarı siyasal niteliğini yitirecektir. Gerçek anlamıyla siyasal iktidar bir sınıfın öteki sınıfı ezmek için örgütlü gücünden başka bir şey değildir. Burjuvaziyle olan kapışması içinde proletarya koşulların zorlamasıyla kendini sınıf olarak örgütlemek, devrim yoluyla kendi egemen sınıf durumuna getirmek ve böylelikle eski üretim koşullarını zor yoluyla silip atmak zorunda kalmışsa, bu demektir ki eski koşullarla birlikte sınıf antagonizmalarının ve genel olarak sınıfların var olmasının koşullarını da silip atmış ve böylelikle bir sınıf olarak kendi üstünlüğünü de kaldırmış olacaktır.”
“Sınıflarıyla, sınıf antagonizmalarıyla, eski burjuva toplumun yerini tek tek herkesin özgür gelişmesinin, tüm toplumun özgür gelişmesinin koşulu olduğu bir birlik olacaktır.”
Komünist Manifesto’yla kurucu Marksistler, 1848-’50 Avrupa devrimleri sürecinde ilk kez çok yönlü sınavlardan geçerler. Devrim pratiğinden öğrenerek geçen Marksizm yeni teorik boyutlar ve derinleşmeler kazanarak yoluna devam eder. 1848-’50 devrimlerinin ardından devlet ve devrim sorunu yeni teorik derslere ve soyutlamalara yol açar. Anarşizmin komünist topluma ulaşmada temel engel gördüğü proletarya diktatörlüğü, Marksizm tarafından tarihsel bir zorunluluk ve komünizme varmada tarihsel halka ve imkan olarak kavranır. 1848-’50 devrimlerinin pratik sınavından birlikte geçen anarşizm ve Marksizm, 1. Enternasyonal içinde birleşir, bir sonraki devrime beraber yürürler. 1. Enternasyonal partileri olarak bu kez 1871 Paris Komünü ve proleter devrimin pratik sınavından geçerler. Yenilen devrimin ardından anarşizm ile Marksizmin yolları kesin bir biçimde ayrılır ve 1. Enternasyonal dağılır.
72 gün ayakta kalan Paris proleter devrimi, Marksizm açısından proletarya diktatörlüğü ve devlet teorisinin pratik bir sınanması olur. Marx ve Engels yenilgiye uğrayan Paris Komünü konusunda çok yönlü teorik-politik dersler çıkarırlar. Paris Komünü’nü proletarya diktatörlüğünün bir biçimi olarak gören ve kavrayan kurucu Marksizm, devlet teorisini geliştiren yeni soyutlamalar yapar. Devlet memurculuğunu ve sürekli orduyu ortadan kaldıran Paris Komünü, yepyeni bir kamu yönetim şekli oluşturur. Yasama, yürütme ve yargıyı tek bir siyasal yapı içinde örgütlü ve işlevli kılar. Yönetim, adalet ve öğretim alanlarındaki “iş”lere/görevlere seçimle gelinmesini ve istendiğinde geri çağrılması kuralını getirir. Burjuva devletin yasama, yürütme ve yargısını, silahlı ve silahsız bürokrasiye dayalı hiyerarşik düzenini ve kurumlarını ortadan kaldırır ve yerine emekçilerin seçimle işbaşına geldiği bir yönetim modelini ve proleter demokrasisini kurar. Proleter devrimi duraksamaksızın iktisadi ve toplumsal alanlarda sosyalizmi komünal formda inşa etmeye yönelir. Komün veyahut kamu yönetiminde görev alan tüm seçilmişlere “en aşağısından en yükseğine bütün hizmetlere” ortalama işçi ücreti ödeme kuralı getirir ve uygular. Paris Komünü’nün verili teoriyi “gelecekten ödünç alan” devrimci pratikle aşan bu yeni devrimci kazanımları, Marx tarafından coşkuyla sahiplenilir, teorik edinimlere tabi tutulur ve proletarya diktatörlüğü teorisinin ayrılmaz ögeleri kılınır. Paris Komünü’yle proleter devrim “şiirsel anlatımını” gelecekten koparıp alır ve eylemini geleceğin ufkuna güçlüce yazar.
Marx ve Engels, komünizmi “dünya-tarihsel” bir olgu olarak düşünürler. Başka bir deyişle komünizm tüm dünyayı kapsayan bir toplumsal düzenini ifade eder. Komünist devrim “ancak egemen halkların, hep birlikte ve aynı anda başlatabilecekleri dünya-tarihsel bir süreç” olarak varlık kazanabilir ve sonal zaferine ulaşabilir. Alman İdeolojisi, “yerel bireylerin yerine, dünya-tarihsel ampirik olarak evrensel bireylerin geçmesi”ni varoluş koşulu olarak sayar. “Bu olmadan komünizm ancak yerel bir olgu olarak yaşayabilir.” Sınıfsız ve devletsiz yeni bir toplum ve dünya düzeni olan komünizm, üretici güçlerin “muazzam büyümesi” ve “yüksek derecede gelişmesi”ni temel önkoşul varsayar. Gotha Programının Eleştirisi’nde Marx, komünizmi iki aşamalı bir yapı olarak kavrar, komünizmin alt ve üst aşamalarının bilimsel bir betimlemesini yapar:
“Dolayısıyla bu toplum her açıdan (ekonomik, moral ve entelektüel) hala rahminden çıktığı eski toplumun izlerini taşır. Buna uygun olarak, bireysel üretici topluma ne vermişse -belirli kesintiler yapıldıktan sonra- toplumdan o kadarını geri alır. Topluma vermiş olduğu kendi bireysel emek miktarıdır. Örneğin, toplumsal iş günü bireysel emek saatlerinin toplamından oluşur. Bireysel üreticinin bireysel emek zamanı, toplumsal iş gününe kendi katkısı olan bölümdür, bundaki payıdır. Toplumdan (ortak fon için harcadığı emeği ayırdıktan sonra) şu kadar emek harcamıştır diye bir sertifika alır ve bu sertifikayla tüketim araçlarının toplumsal stokundan emeğinin maliyeti kadar miktarını çeker. Topluma belli bir biçimde verdiği emek miktarını bir başka biçimde geri alır.” (…) “Komünist toplumun üst aşamasında bireyin iş bölümüne kölece bağımlılığının ve bununla birlikte kafa ile kol emeği arasındaki antitezin yok olmasının ardından; emeğin yalnızca bir yaşam aracı değil, yaşamın temel gereksinimi olmasının ardından; bireyin her yönüyle gelişmesiyle birlikte üretken güçlerin de artmasının ve kooperatif zenginliğin tüm ırmaklarının daha bolca akmasının ardından -işte ancak o zaman- burjuva hakkın dar ufku bütünüyle aşılabilir ve toplumun sancaklarına şunu yazabilir: Herkesten yeteneği kadar, herkese gereksinimi kadar!”
19. yüzyıl Marksizmi Marx’ın Gotha Programının Eleştiri’leriyle en ileri komünist teorik ve programatik ifadesine kavuşur. Engels, bütün komünist teori birikimine yaslanarak Anti-Dühring ve Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm adlı eserleriyle komünizm teorisini rafine eder ve kurucu Marksizm çağını kapatır. Marksizmin teori ve pratik bayrağını 2. Enternasyonal önderlerine devreder.
II. Marksizmin ‘Leninizm Çağı’nın Aynasından Komünizm ve Proletarya Diktatörlüğü: Pratik Komünizm
20.yüzyıl Marksizmi, Karl Kautsky önderliğindeki 2. Enternasyonal’le tarih sahnesindeki yerini alır. Kurucu Marksizmin teorik mirasını ve resmi bayrağını devralan Karl Kautsky, daha başlangıç “an”larında Marksizmi evrimci ve parlamentarist bir güzergaha çeker. Devrimci yol ve ilkelerden sapar. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın patlak vermesi, tüm kıta Avrupası’nda bir devrimci duruma yol açar. Devrimin kapıyı çaldığı bu tarihsel ‘an’da Kautsky ve 2. Enternasyonal devrime ve Marksizme ihanetini doruğa taşır ve burjuva saflara geçer. Bu büyük ihanete karşı, 2. Enternasyonal içinden Rus komünist önder Lenin, Marksizmin yere düşürülen devrimci bayrağını kaldırır ve 3. Enternasyonal’i örgütler. Avrupa çapında mayalanan devrimci duruma hücum eder ve proleter devrimlerin örgütlenmesi çağrısını yapar. Toplumsal devrimi örgütlemeye ve zafere ulaştırmaya koyulur. 1917 Ekim Devrimi’nin zafere ulaşmasıyla Marksizmin yeni bir çağı başlar. 20. yüzyıl Marksizmine eylemi ve teorisiyle mührünü vuran, proleter devrimler çağını başlatan Lenin, 20. yüzyıl Marksizminin adı olur. Lenin, Marksizmi iktidara taşır.
Kurucu Marksistlerin sadık ama yaratıcı bir izleyicisi olan Lenin, tıpkı Marx ve Engels gibi kıta Avrupa’sında birbirini tutuşturacak bir “zamandaş kıta devrimi” bekler. Ancak proleter devrimin ilk patlaması ve varlık hakkı kazanması kapitalizmin merkezinden değil, kıyısından/çevresinden gelir. Lenin bir an’da kendini komünist topluma geçişin devasa sorunlarıyla yüz yüze bulur. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı ve ardından gelen iç savaş, devrim ülkesi Rusya’yı maddi olarak harap-viran bir ülkeye ve koca bir enkaza dönüştürür. Maddi alt yapısı, üretici güçler kapasitesi peş peşe savaşlarda kaybedilmiş bir ülkede Lenin tarihe, mevcut duruma ve dünyaya meydan okur.
Engels’in ünlü bir pasajında dile getirdiği, “Radikal bir partinin liderinin başına gelebilecek en büyük felaket, temsil ettiği sınıfın egemenliği açısından henüz olgunlaşmamış bir dönemde yönetimi devralmak zorunda kalmasıdır” durumunu tarih Lenin’in karşısına diker. Tarihin gelecek ufkunda duran şey yazılmamış bir şiir/çiğnenmemiş zorlu bir yoldur. Bu yol, büyük bir dağın zirvesine tırmanmaya benzer. Lenin, hiç duraksamaksızın bu zorlu dağ tırmanışına geçer. Bu cüretli eylem karşısında 2. Enternasyonal’in bilgiç papası K. Kautsky, sosyalizmin geleceği hakkında fetvasını verir; “Rusya uygar değil, sosyalizm uygarlık ister.” Lenin’in cevabı, devrimci yeninin doktriner eskiye, ‘pratik komünizmin teorik komünizme cevabı’dır ve devrim dilindedir; “Öyleyse biz de önce uygarlığı yaratırız.”
20. yüzyıl Marksizmi ve onun komünizm hamlesi, Lenin’in çağ yangınını tutuşturan devrimci yaratım eylemine cüretle atılmasıyla başlar. Kautsky’nin Rus devrimine dair uğursuz yargısı sadece Rusya’nın felaket tablosu, nüfusunun büyük bölümünün hala köylü sınıfına dayanması ve yüzde sekseninin okuma-yazma bilmemesi değildir. O, bütün bunları da kapsayacak şekilde Rusya’nın kapitalist uygarlık olmadığını, dolayısıyla kapitalist uygarlığın gelişmiş üretici güçlerine dayanmadan sosyalizmin kurulamayacağı fetvasını verir. Kurucu Marksizmin resmi temsilcisi jestiyle kurucu Marksizmin komünizm teorisini hatırlatır. Lenin yepyeni bir durumla karşı karşıya olunduğunun farkındadır ve yeni bir yol bulması veya açması gerektiğinin duru bilincindedir. Kurucu Marksizmin komünizm teorisi, kapitalizmin en gelişmiş olduğu ve üretici güçlerin sosyalizme geçişi örgütlemeye hazır ve elverişli olduğu bir toplumsal maddi yapıyı temel alır. Oysa Rusya’da zafere ulaşan Ekim Devrimi için durum bir maddi yokluklar, yetersizlikler ve elverişsizler tablosu sunar. Üretici güçlerin çok geri olduğu, var olan üretici güçlerin büyük bölümünün savaşta yitirildiği koşullarda sosyalizme girişmek, düpedüz yeni bir devrim teorisi ve pratiği kurmaktan başka bir anlama gelmez. Lenin’in yaptığı tam olarak budur. Yeni bir sosyalizm yolu açar ve yürümeye koyulur. Kurucu Marksizmin komünizm teorisini arkalayan ve devrimci olanın izini süren Lenin, sosyalizmi tam bir pratik materyalist yordamla kavrar, tarihin düğümlerini çözmeye girişir.
Ekonomi ve siyaset, her toplumsal devrimin üzerine doğrulup yürüdüğü iki ayağı oluşturur. Aynı zamanda her toplumsal formasyonun karakterini ve siyasal rejimini/biçimini belirler. Lenin, sosyalizmin siyasal ayağını Paris Komünü referansıyla ve Rusya’da Sovyet adıyla vücut bulan proletarya diktatörlüğü gerçekliğinde kavrar ve teorileştirir. Devlet ve devrim diyalektiğini en iyi çözümleyen siyaset teorisyeni ve devrimci taktikler ustası Lenin, proletarya diktatörlüğünün tek model veya biçimle sınırlanmasına karşı çıkar, “Komün tipi, sovyet tipi ya da belki üçüncü tip bir devlet”in olası, olanaklı ve gerekli olabileceğine işaret eder. Siyasal biçim zenginliğine vurgu yapar, teorik düşünüşün ufkunu ve ucunu çoklu-zengin pratiğe açık bırakır. Marx’ın “19. yüzyıl toplumsal devriminin şiirsel anlatımını geçmişten değil, ancak gelecekten alabileceği” perspektifi, Lenin için bir kılavuz gibidir. Marksizmi devrimle, yaratıcı devrimci siyaset felsefesiyle düşünür ve pratikleştirir. O’nun devrimci teori ve pratiği, amaca doğru atılan yaratıcı devrimci eylemi anlatır. Büyük Başlangıç makalesinde proletarya diktatörlüğünün sosyalizmi inşa sürecindeki tarihsel misyonunu özetler:
“Latince bilimsel-tarihsel-felsefi bir terim olan proletarya diktatörlüğünü daha basit bir dile çevirirsek şu anlama gelir: Sermayenin boyunduruğunu kırma savaşımında bunu fiilen gerçekleştirmede, zaferi kurma ve güçlendirme savaşımında, yeni sosyalist toplum sistemini yaratma çalışmasında ve sınıfların tümden kaldırılması için yürütülen tüm savaşımda, yalnızca belli bir sınıf, yani kent işçileri ve genel olarak fabrika, endüstri işçileri, tüm emekçi ve sömürülen halk yığınına öncülük etme yeteneğine sahiptir.
Proletarya diktatörlüğü de sınıf savaşımının sürdüğü bir dönemdir. Sınıflar var olduğu sürece kaçınılmaz olan sınıf savaşımı bu dönemde biçim değiştirir ve sermayenin yıkılmasından hemen sonraki dönemde özellikle keskindir ve özellikle özgüldür. Proletarya siyasal erki ele geçirdikten sonra sınıf savaşımını durdurmaz, sınıflar kaldırılana dek sürdürür. Tabii değişik koşullar altında, değişik biçimde ve değişik araçlarla.”
Lenin proletarya diktatörlüğünü komünizme geçişin siyasal aracı rolüyle konumlar. Komünizmin ekonomik örgütlenmesinin bir kaldıracı olarak işlevlendirir. Rusya’daki devrimin karşı karşıya bulunduğu gerçeklik tablosu ışığı altında, sosyalizme geçişin ekonomik örgütlenmesinin yol haritasını çıkarır. Yaklaşan Felaket adlı makalesinde, ekonomik alanda sosyalizmi önce “devlet kapitalizmi” formuyla ve teorik düşünür, kurgular. Devlet kapitalizmini bir geçiş halkası olarak kavrar:
“Sosyalizm, devlet-kapitalist-tekelden yalnızca bir sonraki adımdır. Ya da bir başka deyişle tüm halkın çıkarlarına hizmete koşulmuş ve bu ölçüde de kapitalist tekel olmaktan çıkmış devlet-kapitalist-tekelidir.”, “Devlet kapitalizmine proleter devlet tarafından izin verileceği yolunda karar aldık ve devlet biziz… Proleter bir ülkede devlet kapitalizminin kendisi için proletaryanın koyduğu çerçevenin, koşulların proletaryaya kazandıran koşulların ötesine geçmemesini, geçememesini öğrenmeliyiz.”
Lenin’in, teorik düşünüş ve politik kurgusuna göre, Rusya gibi küçük köylü üretiminin baskın olduğu bir ülkede, sosyalizmin ekonomik olarak inşa edilmesinin eşiği devlet kapitalizmidir. Sovyet Rusya’da, ancak bu eşikten geçilerek sosyalizmin ekonomik örgütlenmesine gerçek anlamda başlanabilir. Proletarya diktatörlüğü koşulları altında ve bizzat devletin düzenleyici eli ve gücüyle ekonominin örgütlenmesi kendini bir zorunluluk olarak dayatır. Lenin’in kurguladığı NEP (Yeni Ekonomi Politikası) süreci kapitalizmden sosyalizme geçiş ekonomisinin bütün mantığını ve karakterini açıklar: Kapitalist yol ve yordamlardan sosyalist ekonominin maddi önkoşullarının yaratılması, yani üretici güçlerin gelişimi hedeflenir. NEP, olmayanı/yok olanı yaratmayı, ileri sıçramak için geriye çekilip gerilmenin taktik uygulamasını anlatır. Bu bir Lenin tarzıdır. NEP adımıyla proletarya diktatörlüğü ekonomik alanda toparlanır, üretici güçler kapasitesi hızla büyür ve güç kazanır. NEP’in ardından başta İngiltere olmak üzere pek çok ülkeyle ticaret anlaşmaları yapılır.
Lenin, sosyalist ekonominin önkoşullarının hazırlanmasında yolu proletarya diktatörlüğü vasıtasıyla düzler. Sosyalist ekonominin maddi ve teknik altyapının hazırlanmasında, kilit ve öncelikli sorun üretici güçlerin hızla büyümesi, nitelik ve kapasite kazanmasıdır. Bu sürecin on yılda elde edilebileceği öngörüsünde olan Lenin, sürecin endüstrileşme atağında can alıcı rolü elektrifikasyon olarak formüle eder. Ömrü, öngörüsünü görmeye yetmeyen Lenin, 1924 yılında yaşama veda eder. SSCB’de önderliği devralan Stalin ve Bolşevik Parti kadroları, Lenin’in öngördüğü ve rotasını çizdiği doğrultuda sosyalizme geçişin ekonomik örgütlenme pratiğini sürdürür. Proletarya diktatörlüğünün ilk on yıllık döneminin yedi yılında Lenin dolaysız bir biçimde süreci yönetir. İç savaş, savaş komünizmi ve NEP evreleriyle karakterize olan bu dönemde, proletarya diktatörlüğü siyasi, ekonomik toplumsal ve eğitsel alanlarda çok boyutlu sorunlarla mücadele eder, sorunları çözerek ilerler. Proletarya diktatörlüğü kendini devrimci temellerle aşağıdan ve yukarıdan örgütler ve ayakta kalmayı başarır.
Stalin 1928’de yeni plan ve politikalar demetiyle proletarya diktatörlüğü ve sosyalizmin ekonomik örgütlenmesi için yeni bir dönemi başlatır. 1930’lara değin SSCB’de sınıflar ve mülkiyet biçimleri çoklu bir yapıyı resmeder. Kapitalizm ile sosyalizmin ekonomik ve toplumsal biçimlerinin bir arada olduğu bu dönemde, işçi sınıfı, köylülük ve küçük bir kapitalist sınıf tüm çelişki ve ilişkileriyle yan yana yaşar. Kapitalizmin rahminden doğan sosyalizm eski toplumun tüm kirlerini ve lanetli yüklerini üzerinde taşır. Mülkiyet biçimleri de sınıfsal tabloyu yansıtır. Devlet mülkiyeti, kooperatif mülkiyeti ve özel mülkiyet aynı zamanda toplumsal iş bölümünün de genel dağılımını gösterir. Stalin liderliğinde 1928 yılında başlayan yeni proletarya diktatörlüğü dönemi esasen sınıf ve mülkiyet ilişkilerinin değiştirilmesi ve sosyalizme göre düzenlenmesi amacı taşır. Üretici güçlerle üretim ilişkilerini düzenleme ve sosyalizme uygun hale getirme pratiği proletarya diktatörlüğü koşulları altında ve bizzat devlet gücüyle yürütülür. Burjuva sınıf ve katmanlarının devlet zoruyla tasfiye edilmesi döneme ana karakterini verir. Bu bağlamda Stalin dönemi, proletarya diktatörlüğünün tarihsel pratiği açısından yeni ve ayırıcı bir dönemi temsil eder. Proletarya diktatörlüğü vasıtasıyla belli sınıfların ve sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması dosdoğru mülkiyet ilişkilerinin köklü bir değişimini gerektirir. Stalin, devlet eli ve zoruyla özel mülkiyeti devletleştirme ve kolektifleştirme hamlesi başlatır. Tarımda kolektif mülkiyetin (kolhozlar) egemen kılınmasını ve sosyalist çiftliklerin (sovhoz) da belli düzeyde geliştirilmesini pratikleştirir. Bu hamle Rusya’da hakim olan küçük çaplı meta ekonomisini ve değer yasasını sınırlar, yeni bir ölçeğe çeker ama ortadan kaldırmaz. Belli sınıfların varlığına, hukuk ve mülkiyet biçimine yönelen proletarya diktatörlüğü pratiği, sınıf savaşımını muazzam biçimde keskinleştirir. Devlet, parti ve siyasal toplumda ideo-politik kavgayı misliyle boyutlandırır. Sovyetler Birliği’nde ölümcül iktidar kavgasını derinleştirir ve en ileri boyutlarına doğru iter. Bu süreç, şiddetli iç çatışmayla karakterize olur. Bolşevik liderlerden Kirov’un öldürülmesi, Troçki’nin eylemleri nedeniyle sürgüne gönderilmesi, devlet ve partide açık ve gizli hizipler savaşı dönemin iç iktidar mücadelesinin çığrından çıkmasını ve yönetilemez olmasını çarpıcı biçimde anlatır. Devlet ve partide büyük çaplı tasfiyeler yapılır. İktidardaki Marksizmin SSCB pratiğinde tüm sınıf savaşımı ve iktidar mücadelesi devlet ve partide odaklanır; buralarda yoğunlaşan iç iktidar mücadelesi en sert biçimlere ve kirli yöntemlere bürünür, tahrip edici sonuçlar üretir.
Stalin’in 1928’de başlattığı “yukarıdan devrimi” 1936 Sosyalist Anayasası’yla taçlanır. 1936 Sosyalist Anayasası bir dönüm noktasını belgeler. “Yukarıdan devrimi” ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlarda yeni ilişkiler düzeyi ve düzeni tesis eder ve “Stalin devrimi”nin tüm kazanımlarını kayda geçirir; SSCB’de sosyalizme geçişin kazanıldığını ilan eder. Sosyalizmin inşasının zaferi kabul edilen Sosyalist Anayasa’nın ardından iç iktidar mücadelesi ara vermeden devam eder. Sosyalist iktidar, konumunu pekiştiren bir çizgide yürür. Emperyalist kuşatma altındaki SSCB’de Stalin yeni bir emperyalist paylaşım savaşı ve SSCB’nin işgalini bekler, bir işgale göre mevzilenir. Olaylar, Stalin’in öngördüğü yönde gelişir. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı başlatan Hitler faşizmi, SSCB’yi yutmak ve yok etmek için harekete geçer. Bu büyük savaşta SSCB Alman faşizmini yener. Savaştan zaferle çıkan SSCB bir kez daha büyük bir yıkıma uğrar, on milyonlarca insanını kaybeder, üretici güçleri tahrip olur. Fakat proletarya diktatörlüğünü ve sosyalizmi ayakta tutmayı başarır. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından Avrupa’dan Çin’e uzanan büyük bir devrim dalgası sökün eder. Komünist partilerinin önderliğinde gerçekleşen bu devrimler bir komünist dünya devrimi yolunda birleşmeyi başaramaz. SSCB faşizmi yenilgiye uğratan muazzam prestijine karşın, dünyanın üçte birini kaplayan yeni sosyalist ve halk devrimlerini birleşik bir yapı içinde sıkı bir biçimde kaynaştırmayı başaramaz. “Tek ülkede sosyalizmin” dar ufku ve ulus-devlet formlu yapısına saplanıp kalır; dünya devrimini örgütleme eylemine açıkça sırt çevirir ve iktidarlaşan Marksizmin devletçi ideolojisi ve statükosuna çakılıp kalır.
Stalin sonrası dönem, sosyalizmden geri dönüşün kapısını açar. Bir önceki dönemin kuluçkasında biriken yığınla sorun, düzeltilmeyi bekleyen teorik ve pratik hatalar Kruşçev-Brejnev tarafından çözülemez. Birer devrimci lider değil, tipik devlet bürokratı haline gelip devrim ve komünizm amacından kopan Kruşçev ve Brejnev, kapitalist dünya ile bir arada yaşamayı bir ilke ve sosyalizmin yeni amacı haline getirirler. Komünist dünya devrimine doğru ilerleme ufkunu yitirmiş sosyalizm, derin bir iktidar yozlaşması ve yabancılaşmasıyla adım adım kapitalist topluma doğru çözülür. Devlet iktidarının bürokratik yabancılaşma ve bozulması bir bütün olarak ideo-politik yozlaşmaya yol verir, komünizm amacından kopuşu getirir. Bürokratik yapı içten çürür ve kendi içine çöker. Çin ve Arnavutluk’taki sosyalist inşa yönelimleri de benzer bir akıbetle sonuçlanır.
20. yüzyıl sosyalizm pratiği merkezinde devletin yer aldığı bürokratik yozlaşma, çürüme ve çözülüşün ibret verici bir yenilgi hikayesini sunar. Bir dizi teorik hata ve sapma sosyalizmin tarihsel ve geçici yenilgisini hazırlar. Özelikle devlet pratiği üzerine enikonu düşünmeyi, yeni bir devlet teorisi ve pratiği kurgulamayı gerekli kılar. Bir bütün olarak bakıldığında 20. yüzyıl Marksizmi ve onun eseri sosyalizm, ezilenlerin büyük devrimci yaratıcılığı ve tarihsel kazanımlarıyla başlar; komünistlerin büyük yanlışları ve hatalarıyla, yenilgiye uğrar. “Kısa yirminci yüzyıl”a damgasını vuran sosyalizm, ardından çok önemli teorik ve pratik dersler, geleceğe sorular ve sorunlar; ezilenler için bir tarihsel miras ve çiğnenmiş bir yol bırakır. Tecrübeyle yeniden başlamanın ve daha iyisini başarmanın tüm teorik ve pratik derslerini ve birikimini sunar. “Sosyalist kuruculuk çağı” ya da “iktidardaki Marksizm çağı” diyebileceğimiz 20. yüzyıl Marksizmi, teorik ve pratik bakımdan 19. yüzyıl Marksizmini her bakımdan içerip aşar, Marksizme yeni bir nitelik ve derinlik katar. Marksizmin bilim, felsefe ve siyaset alanları üzerine kurulu varlığı, 20. yüzyılda her alanda pek çok motif kazanarak gelişir ve genişler.
III. 21. Yüzyıl Ufkundan Şiirsel Anlatımını Gelecekten Alan Komünizmi Yeniden Düşünmek
Soyut ve boş bir zaman gibi görünen gelecek, her koşulda bilinçli ya da bilinçsiz tarihsel eylemle doldurulur. ‘Dolu zaman’ tarihtir. Tarihin kör pratiği yasasını bir yana bırakırsak, bugünkü pratik aslında gelecekten ödünç alınmış ya da geleceğe yazılmış tarihsel eylemden başka bir şey değildir. Çünkü ‘İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar’. Pratik komünizm, şiirselliğini gelecekten alır, bugünkü zamanın içini eylemle doldurur; zamana varlık, anlam ve gövde kazandırır. Teorik komünizm bilimselliğini verili dünyanın gerçekliği içinde ve tarihte arar, keşfeder, inceler, süzer ve soyut bütünlük olarak kurar. Dün, bugün ve yarın diyalektiği bunu anlatır. Şiirsel anlatımını gelecekten, bilimsel anlamını güncelden alan 19. ve 20. yüzyıl Marksizmleri, teorik ve pratik komünizmi ucu açık bütünlüğü temsil eder. Marksizm ve komünizm teorisi kendini verili dünyanın toplumsal gerçekliğinden soyutlar, yeniden ve yeniden üretir. Kapitalizm yeryüzünden silinmediği sürece komünizm teori ve pratik olarak ölmez; hep yaşar kalır, komünizm hayaleti dünyanın her yerinde dolaşır. Zira komünizm tarihin ve dünyanın her yerindedir.
20. yüzyılda pratik komünizmin yenilgisi, sınıfsız topluma geçişin olanaklılığı sorununu yeniden günceller, tekrarlar, araştırma ve tartışma konusu haline getirir: Sınıfsız toplum mümkün mü? Ya da proletarya diktatörlüğü koşulları altında sınıfsızlaşma başarılabilir mi? 20. yüzyıl pratik komünizmine bakarak bu sorulara farklı cevaplar üretilebilir ve üretilmektedir. Tarihin kapısı yenilginin ispatıyla geleceğe kapatılabilir. Ya da tarihin havı tersinden taranabilir, verili tarih olumsuzlanabilir.
Toplumsal tarih kendini olumsuzlayarak ilerler. İnsanlığın toplumsal tarihine kabaca göz atmak bu gerçekliği görmeye yeter. Komünal toplumdan kapitalizme uzanan tarih, bu diyalektik yasayı doğrular. Sınıfsız komünal toplumun olumsuzlanmasına dayanan sınıflı toplum da tarihten olumsuzlanacak silinecektir. Marksizmin komünizm teorisi, sınıflı toplumun bu olumsuzlanmasının bilimsel verilerini, yasalarını, güçlerini ve nasıl gerçekleşeceğinin bilgisini verir. Son sınıflı toplum kapitalizmin mezar kazıcıları tarafından nasıl ve hangi biçimlerde tarihin çöp sepetine gönderileceğinin teorisini, stratejisini ve araçlar bütününü anlatır. Marksizmin tüm tarihi, kapitalizmin tarihten silinmesi düşüncesi ve eylemiyle anlam bulur. 20. yüzyılda kapitalizmi yıkmayı başaran Marksizm, 21. yüzyılda da kapitalizmi yıkma ve aşmaya muktedir ve yetenekli teori olma özelliğine sahiptir. Marksizm, komünizmi tarihin maddi ve zorunlu bir eğilimi ve yasası kabul eder. Komünizm bir hayalet, onu isteyen ve izleyenler ise bir hayal peşinde koşan insanlar değildir. Marx, Grundrisse’de “Eğer (kapitalist) toplumda sınıfsız toplumdaki maddi koşullarını ve bunlara denk düşen değişim ilişkilerini gizlenmiş bir biçimde bulmasaydık, tüm yok etme çabaları Don Kişotvari bir hayalcilik olurdu.” der.
Lenin, Marx gibi komünizmi sınıfsız toplum ve dünya-tarihsel bir olgu kabul eder. Rusya’da sosyalizmi inşa çabası özünde ve esasında bir mevzi tutma, yeni proleter devrimlerle birleşme perspektifiyle sıkı sıkıya bağlıdır. ‘Tek ülkede sosyalizm’e yönelme fikri ve pratiğinin tüm anlamı ve esprisi devrimci mevzileri korumak, çoğaltmak ve gelecek için ‘bir gün daha fazla yaşamak’ta anlam bulur. ‘Tek ülkede komünizm’e varmak gibi bir anlam ve perspektif içermez.
Demek ki, 20. yüzyıl pratik komünizmini sorgularken, hatalı ‘tek ülke sosyalizm’ anlayış ve pratiğini kurucu Marksizmden, Lenin’den ve bir bütün olarak bilimsel komünizmden kopuşunu ‘yenilgi dersleri’nin en başına yazmak gerekir. Komünizm sınıfsız toplumdur ve komünizmin temel koşulu ancak dünya-tarihsel bir varlık olarak yaşayabileceğidir. Marx Felsefenin Sefaleti’nde “Bu eski toplumun çöküşünden sonra yeni bir toplum, siyasal iktidarın içinden yükselebileceği yeni bir sınıf egemenliği mi demektir? Hayır. İşçi sınıfının kurtuluşunun koşulu tüm sınıfların ortadan kalkmasıdır.” Sınıfların ortadan kaldırılması sorunu, bir tarihi olumsuzlama eylemidir. Marksizmin komünizm teorisi, sınıfları ortadan kaldırma eyleminin proletarya diktatörlüğü koşulları altında ve belli bir devrimci dönüşümler serisi içinde gerçekleştirilebileceğini öngörür ve ileri sürer. Sınıfların ortadan kaldırılması, sosyalizmin inşa edilmesi yani kapitalizmden komünizme geçiş eyleminin ana sorunlarının başında gelir. Marx ve Engels’in kapitalizmden komünizme geçişi değişik boyutlarıyla Alman İdeolojisi, Komünizmin İlkeleri, Komünist Manifesto, Kapital, Gotha Programının Eleştirisi, Anti-Dühring gibi temel metinlerde ele alıp inceledikleri bilinir. Bu eserlerdeki komünizm teorisine yakından bakıldığında, proletarya diktatörlüğü altında sınıfların ortadan kaldırılması sorununun doğrudan üretici güçlerin geliştirilmesi, toplumsal iş bölümünün devrimci temellerde dönüştürülmesi ve devletin sönümlendirilmesiyle bağlı olduğu görülür. Sınıfsız bir toplumu amaçlayan Marksizm, toplumsal iş bölümünün rahminden doğan özel mülkiyet, sınıf, devlet ve toplumsal faaliyetin yabancılaşması kategorilerini birbiriyle olan zorunlu ve karşılıklı ilişkisini çözümler ve buradan yola çıkar.
Devleti, sınıfı, özel mülkiyeti toplumsal iş bölümünü tarihten kovma pratiği, bu kategorilerin derinlikli bilimsel kavrayışını gerekli kılar. Marx ve Engels, Alman İdeolojisi’nde toplumsal iş bölümünü aile içindeki doğal iş bölümünden başlayarak çözümler. “Gerçek iş bölümü, ancak maddi ve zihinsel bir iş bölümü meydana geldiği anda başlar. Ruhban sınıfı bu iş bölümünün bir ifadesidir.” Aile içindeki elbet henüz çok ilkel ve gizli olan kölelik “ilk mülkiyete” işaret eder. Toplumsal iş bölümü adına kadın ve çocukların emeğine el konulması ve bir mülkiyet haline getirilmesi ilerleyen tarih basamaklarında daha çaplı toplumsal iş bölümünün bir parçası olur. “En büyük maddi ve zihinsel iş bölümü kent ile kırın ayrılmasıdır. Kent ile kır arasındaki karşıtlık barbarlıktan uygarlığa, aşiret düzeninden devlete, bölgesellikten ulusa geçişle birlikte ortaya çıkar ve zamanımıza kadar bütün uygarlık tarihi boyunca sürüp gider.” … “Bir ulusun kendi içindeki iş bölümü ilkin sinai ve ticari emeğin bir yandan tarım emeğinden ayrılmasına öte yandan ve bunun sonucu olarak kent ile kırın ayrılmasına ve çıkarlarının karşıtlığına yol açar. Daha da gelişmesi ise ticari emeğin sınai emekten ayrılmasına neden olur. Aynı zamanda bu farklı dallar içindeki iş bölümü olgusuyla, belirli işlerde birlikte çalışan bireyler arasında farklı alt bölünmeler ortaya çıkarır. Bu ayrı grupların birbirleri karşısındaki durumları tarımsal, sınai ve ticari çalıştırılma tarzıyla (ataerkillik, kölelilik, zümreler ve sınıflar) belirlenir.”
Proletarya diktatörlüğü koşulları altında proletaryanın sosyalizm programı komünizmin koşullarını hazırlar ve örgütler. Sosyalizmin programı kent ve kır arasındaki çelişkiyi, sınıflar ve iş bölümünü dönüştürmeyi hedefler. Komünizme varmanın koşulu ve temel çelişkilerini çözmede başat alet proletarya diktatörlüğüdür. Toplumsal iş bölümü, mülkiyet ve sınıf kategorilerinin hepsi devlette kesişir ve devlet bir ortak kesişenler kümesi niteliğini taşır. Paradoksal olan durum tam da burada belirir: Proletarya diktatörlüğü sınıfları ortadan kaldırma eylemiyle birlikte ve aynı zamanda kendisini de ortadan kaldıracaktır. 20. yüzyıl pratik komünizm deney ve tecrübeleri, devletin ortadan kaldırılması veya sönümlenmesi koşullarının kolay olmadığını gösterir. Ancak daha fazlasını da anlatır. Devletin yabancılaşmasını ve her alanı yutmasının çarpıcı sonuçlarını da gösterir. Sosyalizmin bir ‘devlet belası’ ve lanetiyle baş etmesi gerektiğini en yakıcı biçimde anlatır. Devletle partinin iç içe geçmesi durumunda oluşan rol ve konum kayıplarının devletin partiyi yutmasını sağladığı net bir sonuç olarak görülür. İktidar yozlaşmasının tüm hastalıklarının komünist partiye bulaştırıldığı, devletin komünist öncüyü ideo-politik bakımdan felç ettiği ve işlevsizleştirdiği kısaca kendine benzettiği kanıtlanabilir bir gerçekliktir ve 20. yüzyıl pratik komünizminin en önemli ‘devlet dersi’dir. Bu dersi iyi çalışmak gerekir.
Kapitalizmden komünizme geçişte proletarya diktatörlüğünün işlevi ve misyonu can alıcı konumu teşkil eder. Başlangıçta diktatörlük görevleriyle etkin olan proletarya diktatörlüğü burjuva ve egemen sınıf ittifaklarını tasfiye eder. Burjuvazinin elindeki üretim araçları ve zenginlikleri alır, devlet mülkiyeti haline getirir. Sınıfları ortadan kaldırmaya egemen ve sömürücü sınıfları ortadan kaldırmayla başlar. Üretim araçlarının sosyalist devlet mülkiyetine alınması emekçilerle devlet ilişkisini yeniden düzenler ve yeni temelde kurar.
Proleter devlet ekonomiyle siyaset alanını birbirine bağlar. Yönetenler yönetilenler ilişkisini köklü bir biçimde değiştirir, üretenlerin yöneten olma konumuna geçişini sağlar. Emekçiler sınıfını en geniş biçimde sınıf egemenliğinin örgütlenmesi sürecine katar. Bir çoğunluk devrimi olarak sosyalist devrim tüm işçi sınıfı ve emekçileri siyasal hayata ve özellikle devleti yönetme “iş”ine katar. “Siyasal toplumu” hedefler. Tarihsel olarak devleti ve siyaseti tüketmenin ve gereksizleştirmenin tek yolu ve ufku, siyasal alanı tüm toplumun eylemi ve kamu hayatı haline getirmektir. Günümüz filozoflarından Zizek’in deyişiyle “insanların rüyalarının da siyasal olduğu” bir ‘siyasal toplum’ halinin yakalanması gerekir.
Proletarya diktatörlüğü siyasal yönetimi herkesin “iş”i ve görevi durumuna getirmeyi amaçlar. Komünist ilke ve teori devletin sönümlendirilmesinin biricik koşulu olarak her emekçinin devlet faaliyetine katılmasını, Lenin’in deyişiyle “bir aşçı kadının devlet yönetmesini” sağlama düzeyinin kazanılmasını emreder. Bu siyasetin ve devletin her bireye, tüm emekçilere ve onların tarihsel olarak yönetme inisiyatifine ve yeteneklerine açılması anlamına gelir. Tüm devlet görevlerine seçimle gelindiği ve istendiği vakit geri çağrıldığı, her devlet görevlisinin ortalama işçi ücretiyle topluma hizmet sunduğu, sendika ve diğer kitle örgütlerinin devleti çok yönlü biçimde denetleyebildiği bir kamu iktidarı, toplumsal sınıf ve sınıf farklarını ortadan kaldırma rolünü oynayabilir.
Devlet yönetiminin ayrıcalıklı ve özel bir iş olmaktan çıkarılması ve her emekçinin yapabileceği bir “iş” haline getirilmesi siyaseti muazzam biçimde toplumsallaştırır. Devletin topluma yabancılaşarak yozlaşmasını denetler ve frenler. Devasa çoğunluğun ‘devlete hükmetmesi’ iktidar gücünü sınırlar. İnsanın insanı yönetme üzerine kurulu eski devlet ve sınıf siyasetini köklü biçimde değiştirme yolunu açar. Marksizmin komünizm teorisi devleti sönümlendirirken, sınıflı toplumun ürünü olan ‘insanın insanı yönetmesi olarak siyaset’e son vermeyi amaçlar. Komünizmde insanın insanı yönetmesinin yerine insanların şeyleri ve ihtiyaçları yönettiği bir yeni toplumsal ilişki tarzı geçer. Komünist toplumun zorunlu uygunluk yasası galebe çalar. Üretici güçlerle üretim ilişkileri çelişkisi tam olarak çözülür. Sınıf ve sınıf farklılıkları ortadan kalkar. İnsanlığın büyük uyum dünyası kurulur. Devlet, sınıf, siyaset, ahlak vs. eski toplumdan kalma tüm prangalar parçalanır ve tarihin çöp sepetine atılır.
Proletarya diktatörlüğü koşulları altında toplumsal iş bölümü muazzam bir devrimci dönüşüm sürecine girer. Sosyalizmin sınıf farklarını eritebilmesi ve sınıfsız topluma geçebilmesinin koşulu iş bölümünün devrimci temellerde dönüşümü ve devletin sönümlendirilmesiyle eş süreçli ve doğrudan ilişkilidir. Devlet, sınıf ve işbölümünün çok spesifik alanıdır. Kapitalizmden devralınan işbölümü biçimleri kolektif mülkiyet ve toplumsal üretimin merkezi planlamasıyla dev bir kazanım elde eder.
Kent ile kır arasındaki iş bölümü, kolektif mülkiyet, toplumsal üretim ve tüketim kooperatifleriyle azaltılır. Ticaretin bir iş bölümü kategorisi olarak önce sınırlanması ve ardından hızla ortadan kaldırılması süreci komünizme ilerletir. Sınıflar ve emekçi kategoriler arasındaki çelişkilerin çözümünü sağlar, emekçilerin ortak bir üreticiler birliği duygusunu ve bilincini yaratır. Tüm bu büyük devrimci dönüşüm sürecine toplumun kültürel devriminin örgütlenmesi ve yönetilmesi de eşlik eder. Eğitim ve yeni insan kuşaklarının yaratılması bu sürecin kültürel, ahlaki ve ideolojik kaldıracı işlevini görür. Bir kültürel devrim olmaksızın toplumsal işbölümünün devrimci temellerde dönüştürülmesi, sınıfların ortadan kaldırılması ve devletin sönümlendirilmesi mümkün değildir. Üretici güçlerin yüksek düzeyde gelişmesiyle at başı gidecek olan bu süreç, toplumsal iş bölümünün belli dallarını ortadan kaldırır ve bireyi iş bölümüne kölece bağımlılığına son verir. Üretimle birleşen eğitim, bireylerin çok yönlü gelişmesini hazırlar ve komünizme taşır.
21. yüzyılda dünya kapitalizminin ulaştığı düzey, üretimin ve dağıtımın dünya ölçeğinde entegrasyonu, bir dünya devriminin tüm maddi önkoşullarını biriktiğini ve hazırlandığını gösterir. Kapitalizmden komünizme geçişin nesnel koşulları her bakımdan gelişmektedir. Dünyasal kapitalizm, üretici güçleri geliştirmesini sınırına vardırmış haldedir. 20. yüzyıldan daha çok ve kıyas kabul etmez düzeyde komünizmin maddi-ekonomik, teknik, kültürel temelleri hazırdır. Dünya komünizme maddi olarak elverişlidir, tarih yeniden pratik komünizmi beklemektedir.
21. yüzyılın komünizm ufku dünya devrimine açılmaktadır. Ezilen insanlığın sınırsız, sınıfsız, sömürüsüz dünya kurma özlemi ve arzusu sürmektedir. 21. yüzyıl, komünizmin şafağıdır. Marksizmin teorik ve pratik komünizmi hala günceldir. Marksizm kendi devrimci yolunu bir kez daha açacaktır.