Kapitalist değerin oluşumunda, öznel niteliklerinden sıyrılmış emeğin, Adam Smith ile görülmeyebaşlandığı söylenebilir. Ricardo’da ise, tek değer ölçüsü olarak emekgörülmeye başlanmış ve emek üretkenliğindeki değişimlerin değere etkisi gibi emek ile değerin ilişkisinin derinleştirildiği aşamalar da tartışıldığı için, emeğin standart bir değer ölçüsüolup olamayacağınoktasına ulaşılmıştır. Ulaşılan bu noktada, değerin içerdiği emeği ve bunun büyüklüğü, yani değişimin nicel eşitliği üzerinden oluşumunun teorisini Ricardo’da buluruz. Ancak işbilir bir akılla değişimin nicel eşitliğini kovalayan Ricardo, kendi emek değer teorisinde emeği bir değer soyutlama aracına, değeri de bir soyut genel nosyon haline getirmiştir. Marx’ın devraldığı yer burasıdır. Klasik iktisadın sadece bir değişim büyüklüğü ölçüsü olarak gördüğü değerin ne olduğunu açıklamak Marx’a düşmüştür. Marx Ricardo’yu, değerin özü olan emeği ve bu emeğin büyüklüğü olarak emek saati gördüğü ama değerin biçimi olan değişim değerini göremediği noktasında eleştirir. Marx, değerin soyut bir genel nosyon olmayıp, özel tür bir maddi, somut gerçeklik olduğunu, bir nesnellik olduğunu göstermiştir. Marx’ın soyut olduğu denli somut da olan nesnel değeri, her nesnellik gibi, öz ve biçim bütünlüğü içinde durmaktadır. Değerin özünü görüp değer biçimini ise bu öze eklenmiş dışsal bir belirlenim, bir sembol olarak görmek, değeri değişim için oluşmuş bir soyutlama olarak gören bakışlar için sorun oluşturmazken, Marx’ın nesnel değeri için büyük bir sorun teşkil eder. Marx’ın aksine, değeri, değişimde oluşan soyutlama olarak gören ve değerin özü ile biçimi arasında eklektik bir ilişki tanımlayan yaklaşımların yarattığı sorunları yazı boyunca kısaca açmaya çalışacağız. Bu sorunlu alanın içinde burjuva iktisatçılar kadar, günümüzde Marksist politik iktisatçıların da çokça bulunuyor olması tartışmayı daha önemli kılmaktadır.
Ricardo ve Marx’ın Değerlerinin Farkı
Ricardo (2008: 9) “ […] siyasal iktisat biliminde, değer sözcüğüne ilişkin belirsiz fikirlerden olduğu kadar hiçbir kaynaktan bu kadar çok hata, bu kadar farklı görüş yayılmamıştır” demiştir. Ricardo’dan bahsediyoruz çünkü Engels’inde çok doğru olarak söylediği gibi (Marx, 1999: 9) “Hangi eğilimde olursa olsun, çağdaş sosyalizm, burjuva ekonomi politiğinden yola çıktığı kadarıyla, hemen hemen istisnasız olarak kendini Ricardocu değer teorisine bağlar”. Dolayısıyla Ricardo’nun değer teorisinin Marx’ın değer teorisi ile ayrımı tartışmayı hep hak eder. Ricardo, artı değeri, emek gücünü ve emek gücünün değerini görmemekle Marx’tan ayrılabilir ancak tüm bu kategorilerin değer kategorisi içinde tartışıldığı unutulmamalıdır. Yani Ricardo’nun değer tarifini bu tarz ayrımlarla eleştirmek yetmez. Salt değer kavramı ekseninde Ricardo ile Marx’ın ayrımını tartıştığımızda aralarındaki farkı daha açık görebiliriz. Bu ayrımı gördükten sonra ise günümüz Marksistlerinin değere yaklaşımının içerdiği yanılgıları daha iyi değerlendirebiliriz.
Ricardo
Adam Smith’in değer çözümlemesini eleştiren Ricardo şöyle söyler (2008: 10): “Adam Smith, değişim değerinin asıl kaynağını bu kadar geçerli biçimde açıklayan ve her eşyanın, üretilmesinde harcanan emeğin azlığı ya da çokluğu oranında az ya da çok değerli olduğu savına sıkı sıkıya bağlı olan bu düşünür, değer için başka bir ölçüt daha ortaya çıkarıvermiştir […]”. Değeri emekte görmesine rağmen bazen başka kaynaklara da sıçrayıveren Adam Smith, değere standart bir ölçüt aramayı da ihmal etmez. Ricardo, Adam Smith’deki bu kafa karışıklığını şöyle ifade ederr (Ricardo, 2008:10): “ […] değerin standart ölçütü olarak bazen zahireden, bazen de emekten söz eder; ölçüt olarak, kimi zaman bir nesnenin üretilmesi sırasında harcanan emek miktarı değil, emeğin piyasada elde edebileceği başka nesne miktarı gösterilir […]”. Ricardo, değerin emek dışında kaynağını ve standart bir ölçüsünü aramaz. Böyle bir standart ölçünün olamayacağını da görür. Sadece bu bile tek başına kıymetli bir yaklaşımdır, çünkü Marx’ın belirttiği gibi (Rubin, 2010: 136) “[d]eğişmez değer standardı sorunu, gerçekte, değerin bizzat kendisinin kavramları ve doğasına yönelik araştırmaların hatalı biçimde ifade edilmesidir” aslında.
Ricardo’nun değer teorisinin çıkışını (2008: 9 )“toplumun ilk çağlarında bir nesneye karşılık diğer nesneden kaç tane verileceğini belirleyen kurallar salt nesneye harcanan emek miktarı ile belirleniyordu” noktasındaki nicel ilişki oluşturur. İki meta arasındaki değişimin nicel oranlarının oluşmasının yanında, bu oranların emek üretkenliği ile değişmesinin sonuçlarının analizini yapmaya çalışır. Değişim değerlerinin bu değişen oranları, doğal olarak üretimin sınıflar arasındaki dağılımını da belirlemektedir. Ricardo için, üretimin üç sınıf içinde dağılımını düzenleyen yasaların neler olduğunun araştırılması siyasal iktisadın temelidir.
Ricardo’nun emek değer teorisinin çerçevesi şöyle çizilebilir: Değişim için karşılaşan iki metada her ikisinde de ortak olan bir üçüncü özellik olmazsa değişim ölçülemez, o halde her iki ayrı metada var olan bu ortak özellik ne olabilir? Bu özellik, metalara ait bir nitelik olamaz, çünkü metalar tamamen farklı nesnelerdir. İki metada da ortak olan şey, metaların niteliklerinden biri olmadığına göre, maddi bir belirlenim de olamayacaktır. O zaman bu maddi olmayan ortak belirlenim, saf etkinlik olmalıdır. Bu saf etkinlik de metaları üretmek için harcanan emekten başka bir şey değildir. Emeğin ölçüsü de zaman olduğuna göre, metaların değişim için değeri, o metaları üretmek için harcanan emek zaman olmalıdır. Emek, Ricardo için değişim değeridir ve dolayısı ile emek zaman da değişim değerinin büyüklüğüdür.
Tüm bu açıklamalar Ricardo’nun emek değer teorisidir ve söylenenlerin aksine, biçimsel de olsa, emeğin niteliklerinden soyutlandığı bir soyut emek tarifini ve gene biçimsel kalsa da emeğin toplumsal olmasını ve toplumsal ortalama emek zaman olarak ele alınmasını içerir. Yüzeysel Ricardo eleştirilerinde dile getirilen, harcanan emeğin toplumsal ortalama olarak ele alınmadığı, soyut emeğin düşünülmediği yönlü saptamalar Ricardo’nun gerçek yanılgısını açmayan kolaycılıklar olarak kalır. Ricardo’nun emek değer teorisini Marx’ın değer teorisinden ayıran şeyler bu gibi sıkıntılardan daha derindedir. Marx’ın söylediği gibi (Marx, 1999) Ricardo değerin ‘özünü’ görür ama ‘biçimini’ görmez.
Ricardo değeri (Marx, 2011a: 62) “ […] pratik burjuvanın kaba etkisi altında kalarak, başından itibaren yalnızca nicel belirlemeye önem vererek […]” inceler. Değişimi mümkün kılan nicel oranları emek üzerinden belirlemek istemektedir. Ricardo (Marx, 2011a: 62) “ […] ilişkisinde, yalnızca, iki ayrı meta türünün belli miktarlarını birbirine eşitleyen oran görür” ve aradığı da bundan başka bir şey değildir. Dolayısıyla değer, Ricardo’da, değişimin pratik ihtiyaçları için gerekli bir soyutlama olarak görülür. Bir soyutlama olması sebebiyle de değer, tarihsel olarak bağı olmayan, değişimin olduğu tüm zamanların “soyut geneli” olarak işlevini yerine getiren, bilince ait bir yapı olarak oluşturulur.
Marx (2011a: 63) “[m]etalar, değerler olarak, yalnızca homojenleşmiş insan emeğidir dersek, analizimiz onları değer soyutlamasına indirger, ama, onlara kendi fiziksel biçimlerinden farklı bir değer biçimi vermez” diyerek sürecin temel yanlışına değinir. Ricardo değer biçimini hiç göremediğinden, onun için değer, bir emek soyutlaması olarak kalır. Marx ise metalarda, onları sadece nicel yönden eşitleyen bir soyutlama görmez. Tersine Marx için metalar, kendilerinin maddi niteliklerinden farklı olan ancak bu nitelikler kadar da somut olan, maddi bir biçim taşırlar. Başka nesnelerde görülen ama o nesnenin niteliği olmayan bu biçim “değer biçimi”dir.
Tarihin her dönemini kapsayan, yani tarih dışı bir emek değer teorisi Ricardo’nun ön kabulü değil, ulaştığı ve ulaşmaktan da hoşnut olduğu sonuçtur. Üretimlerinde harcanan emek miktarının, metaların değeri olduğu düşüncesi ile başladığı incelemesinin kaçınılmaz sonucudur bu tarih dışılık. Emeğin miktarının, doğrudan değeri belirleyen, daha doğrusu doğrudan değeri oluşturan şekli, bir soyutlama olması sebebiyle, tüm insanlık tarihine ait bir değer belirlenimi haline gelir. Ricardo için, tarihin tüm dönemlerinde ürün değişime konu olduğunda kendisine harcanan emek miktarı kadar bir değer olarak var olacaktır. Kapitalizmin farkı ise ancak, seyrek ve rastlantısal olan meta üretim ve değişiminin yaygın hale gelmesinden ibarettir.
Ricardo’nun değeri, emek üzerinden yapılmış bir soyutlama olduğundan, tarihin her döneminde bu soyutlamanın yapılıp, kapitalizmin değerinin görülmesinde bir sorun kalmamıştır. Bir parantez açıp güncel bir bakışa değinelim. Değeri soyut bir genel olarak görmek nasıl kapitalist değeri tarihin her anında var edebiliyorsa, aynı şekilde, soyutlamanın belirlenimlerinin değiştiği söylenerek, değeri kapitalizmin içinde yok edebilme imkânı da yaratır. Biçimsel bir soyutlama olarak değere bakan bir akıl, gelişen kapitalizmin içinde,üretimin biçimsel değişimlerini öne sürerek (soyutlamanın niteliklerinin değiştiği savıyla), artık Marx’ın gördüğü dünyadan çok farklı bir dünyada yaşadığımız söylemi ile değer teorisinin geçersizliğini ya da değişimini, üstelik kapitalizmin göbeğinde ilan etmekte hiçbir sıkıntı görmez. Biçimsel soyut değer yanılgısı geçmişin hatalarını yarattığı kadar geleceğin hatalarını da inşa etmektedir. Parantezi kapayıp devam edelim.
Ricardo’nun yöntemi ve yöntemin yarattığı sorunlar;
Ricardo’nun değer anlayışını biraz daha açmaya çalışalım. Marx (1999: 152) şöyle yazıyor: “Ricardo’nun yöntemi şudur: Metanın değer büyüklüğünü emek zamanın belirlediği görüşüyle başlar ve öteki ekonomik ilişkilerle kategorilerin, değerin böylece belirlenişiyle çatışıp çatışmadığını ya da değerin belirlenişini ne ölçüde değiştirdiğini inceler. Böyle ilerleme biçiminin tarihsel haklılığı, ekonomi tarihindeki bilimsel gerekirliği daha ilk bakışta görülür, ama aynı zamanda bilimsel yetersizliği de daha ilk bakışta görülür. Bu yetersizlik kendini yalnızca, sorunu ortaya koyma yönteminde (ortaya koymanın biçimselliğinde) göstermekle kalmaz, ama bazı esaslı bağlantıları atladığı ve doğrudan ekonomik kategorilerin birbiriyle uyumluluğunu kanıtlamaya çalıştığı için hatalı sonuçlara götürür.”
Ricardo, değeri, değişimde kullanılan biçimsel, nicel bir soyutlama haline getirir. Bu soyut değerin büyüklüğünü harcanan emek zaman ölçer. Değer ile değerin biçimini aynılaştıran Ricardo için ayrı olarak ele alınan, sadece değerin büyüklüğüdür. Bu yüzden, Ricardo (Rubin, 2010: 122) “ […] değerin emek tarafından mı belirlendiği yoksa değerin bizzat emek mi olduğu hususuna açıklık getirememektedir.”
Ricardo’da emek, değer yaratmaz, emek bizzat değerin kendisidir. Ricardo bu çıkış noktasından sonra, İlyenkov’un çok doğru saptadığı şekilde (İlyenkov, 2009: 255), Locke’cu bir bakış açısıyla, akla ait, emek üzerinden yapılmış bir soyutlama olarak belirlediği değerin, ampirik alan ile uyumunun sınamasına geçer. Ricardo için değer nesnel olamaz. Değer, harcanan emek miktarı üzerinden yaptığımız, bir “soyut genel” belirlenimdir. Bu haliyle değer belirleniminin nasıl tarih dışı bir hale geldiğine değinmiştik. Ayrıca “soyut genel” olarak değer, somut verilerle uyumsuzluklar yaşadığında da sorunlar devam edecektir. Soyut genel olarak değerin, ampirik bir veri olan kâr ile uyuşmaması konusu gibi… Bu noktada Ricardo çelişkiyi çözemezken, ardılları ise ampirik durumu esas alıp değer teorisinden toptan vazgeçmek anlamına gelen çelişkisiz çözümler üretmeye yönelmiştir. Konumuz sınırları dışına çıkmamak için bu süreci takip etmeyerek devam edelim.
Hegel, “genel”in, “evrensel”in, salt aklın soyutlaması olmaktan daha öte belirlenimler olduğunu tartışmıştır. Somut yapıların biçimsel bir soyutlaması ile oluşturulduğu düşünülen “genel”leri, “evrensel”leri boş nosyonlar olmaktan kurtarıp, bir anlamda aklın, öznelliğin dışına taşımıştı. Ancak, bu bir anlamda aklın dışındaki “genel”lerin nesnelliklerini görmek ve bu nesnelliğin kaynağını aramak yerine, onları tekrar “saf aklın esirine” geri gömmüştü. Genelin nasıl bir nesnellik olduğunu görmek ve göstermek Hegel’i aşan Marx’a düşmüştür.
Hegel’in düşüncelerinden uzak olan Ricardo için değer kavramının nesnelliği doğal olarak Hegel kadar bile tartışılamaz. Değer bir soyutlama haline geldiğinden, Marx’ın tanımladığı gibi bir nesnellik düşünülemez. Nesnel olmayan şeyin, doğal olarak, “biçim”inden de söz edilemez. Ricardo için emek, değerin kendisi, tözü olmuştur ve değişim değeri ile değer, ayrımsız bir şekilde çoğu yerde özdeşleşmiştir.
Hegel’i iyi kavramış olan Marx, kavramların salt akla ait soyutlamalar olmadığını görebiliyordu. Üstelik bu kavramları, Hegel gibi mutlak akla geri göndermek yerine, insan toplumunun kendini yeniden üretimi sürecindeki maddi etkinliğinin, nesnel bilinç bileşenleri olarak tanımlayabilmişti. Marx, değerin nesnelliğini gördüğü için, bir nesnellik olarak değerin özünün emek, biçiminin ise değişim değeri olduğunu söyleyebilmiştir. Marx’ın Kapital’de, değerin büyüklüğünü incelediği yerlerde, Ricardo ile benzeşen açıklamalarına dikkat çekilirken,değerin kendisini ya da biçimini açıkladığı yerlerde Ricardo’dan apayrı olması, hak ettiği dikkati genelde bulmaz. Marx (1999:160) “ […] Ricardo değerin biçimini –emeğin değer olarak kazandığı belirli biçimi bile incelemiş değildir. O yalnızca değer büyüklüklerini, metaların değer büyüklüklerindeki farklılıkları yaratan bu soyut, genel ve o biçimiyle toplumsal olan miktarları inceler” derken bu farkın kaynağına değinir.
Değer ve Değer-biçimi;
Marx değerin özel bir nesnellik olmasını ve bu nesnelliğin kaynağını şöyle ifade eder (Marx, 2011b: 69): “Bir üretimin toplumsal ilişkisinin, bireylerin dışında var olan bir nesne biçiminde ortaya çıkmasının ve bu bireylerin toplumsal yaşamlarının üretimi süreci içinde aralarında kurdukları belirli ilişkilerin, bir nesnenin özgül nitelikleri gibi görünmesi olgusudur ki, bu tersine durum, hayali olmayıp, gerçeğin ta kendisi olan bu aldanmadır ki, değişim-değeri yaratan emeğin bütün toplumsal biçimlerini nitelendirir” (vurgular bize ait).
Marx, klasik politik iktisatçıları da şöyle eleştirir (1999: 39): “ […] onlara göre değerin doğası; insan etkinliğinin (emeğin) belli bir toplumsal varoluş tarzı değildir […]”. Dolayısıyla onlar, değerin biçimini de toplumun kendini üretme ve yeniden üretme sürecinde maddelere yapışan bir biçim olarak algılamazlar. Bu biçim, maddi bir somutluk olan değerin biçimidir ancak hemen ekleyelim bu biçimin, değer olmadığını, biçim olduğunu unutmamak gerekir. Bu noktada da Marx’ın uyarısını buluruz (Marx, 2011a: 63): “Akıcı durumdaki insan emek gücü ya da insan emeği, değer yaratır, ama değer değildir. Ancak katılaştığında, nesnel biçim kazandığında değer olur. Keten bezinin değeri insan emeğinin donmuş hali olarak ifade edilebilmesi için, onun, keten bezinden cisimsel olarak farklı ve aynı zamanda keten bezinin diğer metalarla birlikte ortaklaşa sahip bulunduğu bir ‘nesnellik’ olarak ifade edilmesi gerekir. Problem artık çözülmüş bulunuyor” (vurgular bizim).
Değer ve değer biçimi arasındaki ayrımı koyamayanlar için ise -ki bu günümüzde çoğu Marksisti de kapsar- problem çözülmüyor, daha kötüsü, değeri, bilince ait bir soyutlama gibi açıklamalarına rağmen nasıl olup da Marx’ın, değeri nesnel bir somutluk olarak tanımlayabildiği sorusu hiç görülmediğinden, aslında onlar için oluşması gereken problem hiç oluşmuyor.
Marx, değişimin “eşdeğeri” olarak bulunan bir nesnede, nesnenin kendisinden cisimsel olarak farklı ama nesnel birşeyin biçiminin gelişmiş halini görmektedir. Marx için, değişimin eşdeğeri nesne, “değer biçimi” olarak, fiziksel biçiminden farklı bir nesnel biçim taşır. Bu nesnel biçimin en gelişmiş halini de para biçimi oluşturur. Ricardo için ise bir eşdeğerin ifade ettiği şey, insan aklı ve kabulünün o nesneyi, emek üzerinden yapılmış bir soyutlamayı temsil eden sembol haline getirmesidir. Ricardo için para, soyutlanmış emek zamanların değer olarak atanmış bir sembolünden öte olmayan bir nesnedir. Marx için (2011a: 63) “bir metanın eşdeğer biçimi, nicel bir değer belirlemesi içermezken” Ricardo için emek zaman büyüklüğünü değer olarak ifade eden, salt nicel bir ölçüdür para. Marx’ın saptaması şöyledir (Marx, 2011a: 90): “klasik ekonomi politiğin başlıca eksiklerinden biri, metanın ve daha özel olarak da, metanın değerinin analizinden, değeri mübadele değeri haline sokan değer biçimini bulmayı hiçbir zaman başaramamış olmasıdır.”
Para, değerin en gelişmiş “biçimi” olduğundan, para metasında ya da “genel eşdeğer”de gördüğümüz, değer değil, “değerin biçimi”dir. Para metasının maddi niteliklerinden ayrı olarak, para metasının maddiliğinde, bir başka şeyinde biçiminin var olduğunu söylemekteyiz. Bu başka biçim neyin biçimidir?
Para, insanların ortaklaştığı bir kabul, bir sembol olarak görülür ise, bir şeyin biçimi değil, ancak bir ortak kabulün, yani soyutlamanın sembolü olabilir. Ortak düşüncenin ürettiği bir sembolün ötesine geçemez. Oysa Marx bize, parada, biçiminin en gelişmiş halini gördüğümüz şeyin, insan toplumunun kendini üretme şeklinin genel eşdeğer olmuş metada görülen nesnel biçimi olduğunu söylemektedir. Yani para, ortaklaştığımız bir soyutlama ve paranın maddiliği de bu soyutlamanın sembolü, temsilidir şeklindeki bir çözümleme Marx’ın değil, Ricardo’nun çözümlemesi olabilir ancak.
Buraya bir parantez açıp, Ricardo’nun bile -günümüzde sıkça gördüğümüz- doğrudan emek saat ile ifade edilen değer tariflerinin yapılamayacağını, bunun değişim içinde iki metanın karşılıklı eşitliği dışında ifade edilemeyeceğini, hatta eşitlikte bir değişim olduğunda bunun niceliksel olarak dökümünün verilemeyeceğini açıklıkla ifade ettiğini söyleyelim. Değer büyüklüğü anlatımının gerektirdiği soyut aşamalar haricinde son tahlilde değerden, salt nicelikler olarak, üç emek saat, beş emek saat olarak bahsedebilme lüksü günümüz düşünce sığlığına ait bir yanılgıdır. Değerin özü olan emeği ölçen değer büyüklüğü, değer yerine kullanılırsa, değerin biçimi olan değişim değerinin, değer yerine kullanılması gibi hata yapılmış olacağı açıktır.
İlyenkov da, bireysel insanın bilincinin dışında olan maddeler kadar, onun bilincinin dışında olan bir nesnel gerçeklik olarak var olan değer kavramından bahseder. İlyenkov için değer biçimi (İlyenkov, 1988: 69) “ […] bir şey olarak ‘temsil edilen’ şey, ‘bilincin gerisinde’ biçimlenmiş olup, insanların bir arada yaptığı yaşam etkinliğinin biçimidir, insanların etkinliğinin biçimidir ve […] şeyler arasındaki ilişkinin biçiminde maddesel olarak belirlenmiştir. […] Burada ‘somutlanan’ ve temsil edilen şey, belli bir emek biçimidir, insanın nesnel etkinliğinin belli bir biçimidir, yani, toplumsal insanın doğayı dönüştürmesidir”.
İlyenkov, Marx’ın değer biçimine şöyle değinir (İlyenkov, 1988:74): “Değer-biçimi, Kapital’de, toplumsal insan yaşamı etkinliğinin kesinlikle (şey olarak, şeylerin ilişkisi olarak temsil edilen ya da ‘temsil eden’) şeyleşmiş biçimi olarak anlaşılır. O, kendisini bizlere doğrudan ‘başka’ bir şeyin ‘fiziksel bakımdan elle tutulabilir’ somutlaşması olarak sunar, ama bu ‘başka’ fiziksel bakımdan elle tutulabilir bir madde olamaz”.
Alışılagelmiş maddiliğin olmaması, Ricardo’yu, bunun salt etkinlik olması yönlü çözümüne ve değeri de bir etkinlik olan emek ile özdeşleştirme yargısına götürmüştü. Maddi dünyayı edilgin olarak anlayan ya da etkinliği, bilinç ve isteklerinin ürünü olarak gerçekleştirdiğini düşünen, yani bilinci ve bilincin konusu maddeyi ayrılıkları içinde ve dışsal bir etkileşimin aşamaları olarak kuramsallaştıran için bu yanılgı kaçınılmazdır.
İlyenkov, bu yanılgıya düşmeyen Marx’ın değeri için ise şu saptamayı yapar (İlyenkov, 1988:75): “Bir şeyin değeri, kendisini, insanın şeyleşmiş emeği olarak sunuyordu ve bu yüzden de değer biçiminin, bu emeğin şeyleşmiş biçiminden, insanın yaşam etkinliğinin bir biçiminden başka bir şey olmadığı ortaya çıkıyordu.” Gerçekliği anlama sürecinin, kavram ve kategorileri, aklımıza ait düşünsel araçlar değil, toplumsal insanın yaşam etkinliğinin ürünleri, biçimleridir. Kavram ve kategorilerin, toplumsal insanın varoluş etkinliğinin biçimi olarak, uzamı olmayan ancak özel bir tür maddilik içeren yapısı, yani nesnel olmaları, onları bilincin soyut genelleri olarak, sadece öznel olarak anlayan yaklaşımlara anlaşılmaz gelecektir. Dışındaki dünyayı edilgin olarak algıladığını ve anladığını sanan, kavram ve kategorilerini aklının ürettiği belirlenimler olarak düşünen günümüz pozitivizmi açısından bu tarif anlaşılmazdır.
Bu çerçevede Rubin de (2010: 119) “Ricardo, değerin belli bir değer şekli olarak nasıl ifade edildiğini görememiştir” dedikten sonra doğru yaklaşımı şöyle ifade eder (a.g.e.: 122): “Emek, değerle özdeşleştirilemez. Değerin yegâne özü emektir ve değeri elde etmek için, kelimenin tam anlamıyla değerin özü olarak emek, toplumsal ‘değer şekliyle’ olan birbirinden ayrılmaz bağlantısı çerçevesinde ele alınmalıdır.” Değer ve değerin biçimini günümüz için anlaşılması zor hale sokan şey, düşün dünyamıza hâkim olan pozitivizmin metafiziğinin, anlamamız için gerekli kuramsal düzeyin çok uzağında kalmasıdır.
Yanılgıyı tersten üretmek;
Ricardo’nun değerin biçimini görmemesi yerine, değerin biçimini gören ancak bu biçimi, değerin biçim olarak değil de değerin kendisi olarak alan yanılgılara bir not olarak değinmek gerekir. Bu, Ricardo’nun düştüğü yanılgı değildir ama Ricardo’yu eleştirmek isteyenlerin sık düştüğü bir yanılgı olmuştur. Değerin sadece toplumsal bir kabul, toplumsal bir ilişki şekli olduğu yönlü çözümlemelere yönelen bu yaklaşımlar, değeri, içi boşaltılmış bir tanıma dönüştürürler. Değerin toplumsal bir şey olduğu sözü, değerin özü olarak emeği ve değerin büyüklüğü olarak emek zamanını içermelidir, ancak bu yanılgıyı üreten yaklaşımlarda, özü görsek de bu özün büyüklüğünü göremeyiz. Bu yanılgı ekseninde, değerin büyüklüğü olan emek saatler toplumsal bir kabul olarak görülen değer için çokça niceliksel ve mekanik bulunur. Oysa, değerin salt nicel belirlenimlerine bir karşı çıkışın, değerin salt niteliksel belirlenimleri ile oluşturulması hatasından kaçınması gerekir. Değer biçimini, değerin kendisinin yerine koyan bu yanılgılar, Marx’ın sözleri ile (2011a: 90) “ […] değerde sırf bir toplumsal biçim ya da daha doğrusu, bunun sadece özsüz bir görüntüsünü gören, restore edilmiş bir merkantil sistem ortaya […]” çıkarmıştır.O zaman anlıyoruz ki (Marx, 2011a: 60) “ […] değer biçimi, yalnızca genel olarak değeri değil, aynı zamanda nicel açıdan belirli değeri ya da değer büyüklüğünü ifade etmek zorundadır.”
Öz ve biçimi koparma yanılgısı;
Bir diğer not olarak, değer ya da değerin biçimini birbirlerinin yerine kullanma yanılgısı kadar, bu birbirinden ayrılmaz öz ve biçimi ayrılıkları içinde ifade etme yanlışına da sıkça düşüldüğüne değinebiliriz. Rubin’in de saptadığı gibi yaygın olarak (Rubin, 2010: 131) “kişiler arasındaki üretim ilişkilerinin maddi ifadesi olarak değer” ve “emek miktarı ya da emek zamanı tarafından belirlenen bir büyüklük olarak değer” tarifleri birbirlerine karşı sunulmaktadır. Özellikle değeri niceliksel olarak ifade eden bir düşünceye karşı, değerin toplumsal bir ilişki olduğu yönlü itirazlar yaygındır. Sorun, bu iki tarifi ayrılıkları içinde ifade edip sonra eklektik bir şekilde birliklerinden bahsetmekte yatmaktadır. Değerin özünü emek, biçimini de değişim değeri olarak ifade eden Marx için bu öz( içerik) – biçim (şekil) birliğinin tarifi Rubin’e göre (Rubin, 2010: 128) “Hegel’in bakış açısı gibidir.”
Rubin bunu şöyle açıklar (Rubin, 2010: 129): “Kant, şekli, içerikle ilişkili dışsal ve dışarıdan içeriğe bağlı bir şey olarak ele almıştır. Hegel felsefesinin bakış açısından, içeriğin bizzat kendisi şeklin dışarıdan bağlı olduğu bir şey değildir. Daha ziyade, gelişmesi çerçevesinde, içerik, içerikte hâlihazırda gizli olan şeklin doğmasını sağlar. Şekil kaçınılmaz biçimde bizzat içeriğin kendisinden gelişir”. Dolayısıyla “değer şekli kaçınılmaz bir biçimde değerin özünden büyüyüp gelişir”. Ama bu kaçınılmaz birlik, aynı zamanda değerin, değer biçimi ile karıştırılmamasını da içermelidir. Bu diyalektik birlik kurulamazsa, değer, ya emek zaman niceliği şeklinde tarih dışı bir soyutlama olarak ya da toplumsal bir ilişki olarak, ama içi boş bir tanımlama olarak anlaşılma yanlışlarına düşülecektir.
Günümüzde değer anlayışı;
Ricardo, yöntemsel hatalarının onu sürüklediği yanılgılara rağmen hep bir deha sezgisine de sahip olduğunu göstermiştir. Değeri soyut bir belirlenim olarak açıkladıktan sonra nasıl tarihselliği olmayan bir değer kavramı yarattığına yukarıda değinmiştik. Ancak onda, hep bir sezi olarak da olsa, değerin kapitalist aidiyetinin izlerine rastlanabilir. Marx, bu durumu şöyle ifade eder (Marx, 2011b: 82): “Ricardo’nun araştırmaları, yalnızca değerin büyüklüğü ile ilgilenmektedir, değerin kendisine gelince, o, hiç değilse bu yasanın gerçekleşebilmesi için, belirli tarihsel koşulların gerektiğini sezmektedir. Böylece, o, değer büyüklüğünün emek-zaman ile belirlenmesi ilkesinin ancak ‘sanayi tarafından istek üzerine çoğaltılması mümkün olan ve üretimi sınırsız bir rekabete bağlı bulunan’ metalar için yürürlükte olduğunu söyler. Bu, yalnızca, gerçekte değer yasasının tam gelişmesi için, büyük sanayi üretimi ve serbest rekabet toplumu, yani modern burjuva toplumu gerektirdiği anlamına gelebilir.”
Değeri tarih dışı bir soyutlama olarak tanımlayan Ricardo’nun, değerin, kapitalizmde nesnellik bulacağı yönünde sezilerinin bulunması çok çarpıcıdır. Günümüz pozitivist aklında, iki nesnenin değişiminde ölçü olarak belirlenmiş, bir ampirik soyutlama olarak değer tanımı o denli doğru görülmektedir ki, böyle bir sezginin oluşması düşünülemez bile. Hatta bu şekilde bir sezgi açıkça bilim dışı ilan edilecektir. Günümüzde bir emek soyutlaması olarak değerin, mağara dönemindeki insanların yaptığı değişimde görülmesinden farkı olmaksızın, kapitalizm içindeki değişimde de kendini aynı soyutlukla göstermesi kaçınılmaz bulunmaktadır. Değerin, kapitalist toplumda bir nesnellik kazanması düşüncesi ise soyut bir belirlenimin maddi bir içerik taşıması anlamına geleceğinden pozitivist tanımlara uymaz. Dolayısı ile Ricardo’nun değeri tarih dışı bir soyutlama olarak belirlemesi, günümüzde Marksistlerin bile sessiz kabulü haline gelmiştir. Teorik olarak bu kabulü yaptıktan sonra, herhangi bir teoriye yaslanmasa bile, tarihselliğe olan “inancın” ilan edilmesinin, tarihsellik için yeterli olacağı düşünülmektedir.
Ricardo, saf etkinliğin tözü oluşturması üzerinden ilerleyerek, bir soyutlama olarak tanımladığı değerin, nesnel bir varoluşa sahip olacağını göremezdi. Buna rağmen Ricardo, değer gibi kavramların, nesnel bir varoluşa sahip oldukları bakışına ulaşamasa bile, bu yönde bir sezgi taşımış ve bu eksende bir tartışma yapmıştır. Sermaye “geneli” üzerinde Marx’ın, Ricardo için verdiği örnek şöyledir (İlyenkov, 2009: 251): “Gerçek tikel sermayelerden ayrı olarak genel olarak sermayenin kendisi gerçek bir varoluştur. Bu, sıradan iktisat tarafından anlaşılmasa bile bilinmektedir ve örneğin denge öğretisinin, vs. çok önemli bir momentini oluşturmaktadır. Sermaye bu genel biçimde her ne kadar bireysel sermayedarlara aitse de, sermaye olarak basit biçimde bankalarda biriken veya kapitalistler arasında bölüştürülen ve Ricardo’nun dediği gibi kendisini üretimin ihtiyaçlarına göre hayran kalınacak bir biçimde bölüştüren sermayeyi oluşturur.”
Günümüz pozitivizmi için, genelin, soyut bir akıl belirlenimi olması tanım gereğidir. Dolayısı ile aklın soyutlayarak oluşturduğu bir kavram olarak değerin, sermayenin vb., bu aklın dışında bir tür maddilik taşıdığını, nesnel olduğunu söylemek bilim dışı olarak etiketlenir. Ricardo, sermayenin soyut genel bir kavramlaştırma olduğunu saptadıktan sonra, bu soyut genelin karşısına somut bir nesnellik gibi çıktığını, nesnel bir yapı gibi hareket edebildiğini görmüş diyemesek de, sezecek kadar bir dehaya sahip olmuştur. Oysa günümüzde bırakın böyle bir sezgiyi edinmek, bu konuda söz söylemek, aklın öznelliğini, maddi dünyanın nesnelliği ile karıştırmak olarak görülür.
Marx’ın, değerin, uzamı olmayan ancak özel bir tür maddiliğe, somutluğa, nesnelliğe sahip olduğu yönlü sözleri de, gerçek felsefi teorik açıklamasının dışında, değerin,toplumsal yaygınlığına yaslanarak, ortak bir kabulün yarattığı durum olarak açıklanmaya çalışılır. Hegel’in başladığı ve Marx’ın sonuçlandırdığı tartışma günümüz için hiç olmamış gibidir. Günümüzde, aklın öznel alanı ile maddelerin nesnel alanının birbirine karşı oluşturulmuş karşıtlığı, el sürülmemesi gereken bir pozitivist kutsallık gibidir. Bu kutsallığa herhangi bir eleştiri, bilim dışı ilan edilir, elbette bu bilim ‘pozitif’ bilimdir.
Ricardo, değeri niceliksel bir belirlenim olarak görmüş ve bu eksende düşünmüş olsa da, kendisi gibi olan klasik iktisatçılar kuşağıyla birlikte hep niteliksel, ilişkisel yönünü de algılamıştır. Bu ilişkisel yönü işbölümünün basit ilişkisine indirgense bile, Rosdolski’nin söylediği gibi (Rosdolski, 2008: 462), “[o]nlara göre değer, aslında insanların üretken etkinliğinin, farklı emek türlerinin birbirleriyle basit ve nesnel şekilde ifade edilmiş ilişkisidir” şeklinde görülebilmiştir. Günümüzde bu kadar basit bir eksende bile olsa niteliksel yönü görmeme mekanikliğinde emek değerciler pek yaygındır. Fizyolojik emeği, soyut emek olarak ele aldıktan sonra, alt alta yazılmış ortalama emek saatleri toplamak ve çıkarmak ile değer teorisi içinde olduğunu sanma yanılgısı yaygındır.
Marx’ın değerin özü ve büyüklüğünü açıkladığı yerlerde serimlediği emek saat hesaplarını, değer bütünlüğü sanan yanılgı, emek saat aritmetikleri yapmayı değer hesabı olarak düşünür. Marx bu yanılgının yaygın olduğunu şöyle ifade etmişti (Marx, 2011a: 62): “Bir metanın basit değer ifadesinin iki meta arasındaki değer ilişkisinde nasıl saklı bulunduğunu ortaya koymak için, ilk önce, bu değer ilişkisinin, kendi nicel yönünden tamamen bağımsız olarak gözden geçirilmesi gerekir. Çoğu zaman tam tersi yapılır ve değer ilişkisinde, yalnızca, iki ayrı meta türünün belli miktarlarını birbirine eşitleyen oran görülür.” Bu anlayışın tersi olan ve değeri sadece toplumsal bir şey olarak gören yanılgıyı da hatırlatalım ama daha önce değindiğimiz için burada tekrarlamayalım.
Kavramların, nesnelerinin belli özdeş nitelikleri üzerinden yapılan soyutlamalar ile oluşturulduğunu düşünen pozitivist metafizik için değer, sermaye, sınıf gibi ekonomi politik kavram ve kategoriler de ampirik soyutlamalardır. Bu pozitivist çerçevede değer, üretimin maddi yapısının sunduğu verilerin bir soyutlaması ile oluşmuştur. Pozitivizmin metafiziğinin içinde kalan bazı Marksistler, bu tanımın içinde kalıp, değişen ve gelişen dünyada ampirik olarak da gözlenen, üretim alanlarının yaşadıkları değişimden bahsederek, Marx’ın değerinde de değişimi gerekli görürler. Üretimde emeğin ortaya koyuluşunun değişiminden bahisle, emek soyutlaması olarak oluştuğunu düşündükleri Marx’ın değerinin de, yeni bir soyutlanma ekseni ile çağı yakalamasının Marksizmin gelişimi olacağını öne sürerler. Hizmet sektöründen, yapay zekâya, yazılım emeğinden, robotik üretime tüm değişimlerin yeni bir özdeşlik soyutlaması üzerinden birleştirilmeleri, Marx’ın değerinin çağa uyumu olarak görülür. Başka bazı Marksistler ise tüm bu değişim önerilerine karşı çıkarken, emek süreçlerindeki değişimlerin aslında değişim olmadığı yönlü savunular üretirler. Yeni emek süreçleri eski süreçlerin görünüm olarak farklılaşmış hallerinden başka bir şey değildir onlara göre. Ancak Marx’ın değerini savunduğunu düşünen bu kişilerinde değer kavramları, tıpkı karşı oldukları yaklaşım gibi, ampirik soyutlama ile oluşturulmaktadır. Zaten pozitivizmin metafiziğinde başkaca bir bilimsel gerçeklik düşünülememektedir. Marx’ın değerini çağa uygun dönüşüme sokarak değiştirmek isteyende, onu değişmeden sürdürmek isteyende, değer kavramının emek soyutlaması ile oluşturulduğunu düşünen bu pozitivist metafizik zeminin üzerinde hareket etmekte olduğunu görememektedir.Marksizm içi olduğu düşünülen tartışmalar, pozitivizmin metafizik yöntemi içinde dönüp durmaktadır.
Ricardo’nun değer teorisi de son kertede soyut bir genel olarak şekillenir. Ancak Ricardo bu sonuca günümüzün pozitivist metafizik düşünenleri gibi ampirik soyutlama ile ulaşmaz. Ricardo, değişilen nesnelerin nitelikleri dışında bir ortaklık bulunması gereğinden ve bu iki nesne dışında olan bir ortak üçüncünün, nesnel olamayacağından hareketle saf etkinlik olarak emeği, değerin “tözü” olarak saptar. Bu tanımlamadan sonra değerin ampirik uyumsuzlukları ile boğuşur. Pozitivizmin metafizik aklı ise, doğrudan ampirik veriler üzerinden yapılan soyutlama ile değere ulaştığını sanır. Bu açıktır ki Marx’ın değeri bir yana, Ricardo’nun değerini anlamak için bile çok yanlış bir yöntemdir. Bir şeyin “tözü” ya da “özü” ve bu özün “biçimi”nin ne anlama geldiğini tartışmak, günümüzde bilim ve nesnellik dışı ve çokça “felsefi” bulunmaktadır.
Tartıştığımız zemini pozitivizmin metafiziğinden, acilen diyalektik tarihsel materyalist yönteme taşımamız gerektiği açıktır. Bu taşıma işinde, kavram ve kavramın nesnesinin ilişkisini çözümleyen, öz ve biçimin diyalektiğini sunan, evrenseli, bir nosyon olmaktan nesnelliğe taşıyan Hegel’in yardımı dokunacaktır. Lenin’in dediği gibi (1979: 146), “Hegel’in Mantık’ının tümü iyice incelenmeksizin ve anlaşılmaksızın, Marx’ın ‘Kapital’ ini ve özelliklede ‘Kapital’in bölüm 1’ini bütünüyle anlamak olanaksızdır. Şu halde hiçbir Marksist, ondan ½ yüzyıl sonra bile, Marx’ı anlamış değildir!” Tabii, Lenin’in Felsefe Defterleri’nde yaptığı gibi, yardımı almak için Hegel’i ters çevirmeyi de unutmamak kaydıyla.
Kaynakça;
İlyenkov, E. (2009) Diyalektik Mantık, çev. A. Birdal, İstanbul: Yazılama
İlyenkov, E. (1988) “İdeal Kavramı”, Felsefe Dergisi 88/2: 51-84, çev. Celal A. Kanat
Lenin, V. (1976) Felsefe Defterleri, çev.A. Tokatlı, İstanbul: Sosyal
Marx, K. (1999) Felsefenin Sefaleti, çev. A. Kardam, Ankara: Sol
Marx, K. (2011a) Kapital 1. Cilt, çev. M. Selik, N. Satlıgan, İstanbul: Yordam
Marx, K. (2011b)Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev. S. Belli, Ankara: Sol
Marx, K. (1999) Artı-Değer Teorileri İkinci Kitap, çev. Y. Fidancı, Ankara: Sol
Ricardo, D. (2008) Siyasal İktisadın ve Vergilendirmenin İlkeleri, çev. B. Zeren, İstanbul: İş Bankası
Rosdolski, R. (2008) Marx’ın Kapital’inin Oluşumu, çev. C. Atay, M. Çelik, İstanbul: Otonom
Rubin, I. (2010) Marx’ın Emek Değer Teorisi, çev. U. Akalın, İstanbul: Kalkedon