Akademik bir dolaşım içerisinde olmadığımız için sıkı referans/yazım kriterleri sunmaktan özellikle kaçınıyoruz. Ancak yine de okumayı kolaylaştırması açısından bazı temel biçimsel noktalara dikkat etmenizi rica ediyoruz.
Üretim alanında bir kooperatif oluşturan işçiler, kendilerini demir yumrukla yönetmenin çelişkili zorunluluğuna maruz kalırlar. İşçiler kapitalist girişimcinin rolüne bürünmek zorundadır –ki bu çelişki, üretim kooperatiflerinin sonunu getirir; ya saf kapitalist işletmelere dönüşürler, ya da eğer işçilerin çıkarları egemen olmaya devam ederse, çözülmeyle sonlanırlar.
Çalışan kitleleri kurtarmak için, kooperatif emek ulusal boyutlarda büyümeli ve dolayısıyla, ulusal araçlar yoluyla güçlendirilmelidir. Oysa toprak beyleri ve sermaye lordları her zaman kendi ekonomik tekellerinin savunması ve idamesi için siyasi ayrıcalıklarını kullanacaklardır.
Dühring’den bu yana toplumsal radikalizmden yoksun bütün sol akımlar, üretim ilişkilerinin belirleyiciliğini reddetmiş, sömürüyü devlet baskısı vb. üstyapı unsurlarıyla açıklamış ve çareyi de “doğal toplum” düzenine dönüşte görmüşlerdir. 1991’den bu yana sosyalist harekette hüküm süren kriz koşullarında da bu tür geri düşüşlere de sıkça rastlanıyor.
Makhno’nun “devleti” köylü sınıfların dar ufkuna hapsolmuştu ve mevcut düzeni aşan bir iktisadi sosyal düzeni öngörmüyordu. İlerici, devrimci bir rol oynaması, tümüyle koşulluydu, köylülerin toprak devrimini Beyaz Ordu karşısında savunduğunda ilerici, ama tüm Rusya’nın Sovyet iktidarını ve proletaryanın devrimci iktidarını temsil eden Kızıl Ordu karşısında ise gericiydi.
Elbette Marksizm-Leninizmin ideolojik-teorik ilkelerini ve temel tezlerini ortaya koymak ve savunmak zorunludur. Öcalan’ın sosyalizmi reformcu bir yönde bozunmaya uğratan tezleriyle ideolojik mücadele de önemsiz değildir. Fakat bu duruş, ileriye doğru atılmış devrimci-demokratik adımları, ezilenlerin mücadelesini geliştirici imkânlar yaratan pratik-politik süreçleri kavramayı ve kapsamayı da bilmelidir.
Bookchin’in yaptığı şey, iç savaşlar toplumunu oluşturulan her bir tahakküm ilişkisini “hiyerarşi sorunu” adı altında muğlak bir şekilde kavramsallaştırıp, bu muğlaklığı da yegane çelişki olarak ilan etmektir. Bunun sonucunda da idealizme kayarak tüm sınıf, hak ve özgürlük mücadelelerinin sebepleri, talepleri ve hedefleri ontolojik olarak eş seviyeye konulmaktadır.
Halkın siyasal, toplumsal ve ekonomik örgütlenmesi olarak hayata geçirilen komün ve kooperatifler ile devrimin ana gücü olan yoksul ve mülksüzlerin siyasi ve ideolojik hegemonyası bugün açısından gelişmenin yönünün mülksüzleştirmeye doğru olduğunu gösteriyor.